Sıkıştır ve Duraklat Sergisinde Sıra Dışı Sanal Deneyim | Yazan Fulden Karayel Okumuş

Fulden Karayel Okumuş

3 yıl önce

Pandeminin bize kazandırdığı en güzel alışkanlıklarından biri online sergi turlarını gezmek oldu. Hepimiz evlerdeyiz ve bir tık ötemizde dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden tutun da bir çok başarılı ressam ve heykeltraşların birbirinden güzel işlerini görebileceğimiz online platformların elimizin altında olması çok değerli bir miras! Öyle ki size Krank Art Galeri’nin web sitesinde gerçekleşen Aslı Işıksal’ın Sıkıştır ve Duraklat adlı 360 derece sergi turundan bahsetmek istiyorum. Uzun zamandır bu kadar nitelikli bir sergi gezdiğimi hatırlamıyorum! Çünkü daha önce hangi sergiyi gezsem bir takım teknik sorunlar nedeniyle çıkmak zorunda kaldım. Ama buradaki sanal turda tüm eserleri, hem iç mekandan hem de dış mekandan gezerek deneyimleyebiliyorsunuz.

Sıkıştır ve Duraklat sergisini gezmek isteyen sanatseverler http://www.krankartgallery.com/360-tour/ adresinden hemen ziyaret edebilirler. Sergide benim favorilerim arasında hemen girişte bulunan başını masaya koymuş uyuyan kadın, kapıdan girince sol da bulunan sanki suyun içinde gibi hissettiğim uyuyan birisi gibi olan eser ve kapıdan girince direk karşınızda olan kediyi kucağına almış ve sanki küçük bir adım atmaya çalışan kadın yer alıyor. Gelin biraz sergi detaylarına bakalım.

Sıkıştır ve Duraklat sergisi bugünlerde tüm dünyanın aynı anda deneyimlediği bir sürecin yarattığı etkiyi merkezine alıyor. Zihinsel ve fiziksel olarak içeriye çekilmek durumunda kaldığımız ve belirsizliğin hakim olduğu bu zaman dilimi, durup dışarıya daha yakından bakmamıza neden oldu. İnsan etkinliğinin her koşulda merkezde olmasına daha fazla direnemeyen doğanın, hareket alanımızı kısıtlaması bir tür sıkışma duygusu yarattı. Zorunlu olarak eylemsizlik haline geçtiğimiz şu günlerde konumumuz da kaygan bir zemine yerleşmek durumunda kaldı. Sanki zamanda asılı kalmışız gibi. İçeriden küçük ekranlar aracılığıyla doğayı anlama deneyimimizden ilham alarak oluşturulan “Sıkıştır ve Duraklat” sergisi, sadece bu iki durumun yarattığı atmosfer ile değil, aynı zamanda yavaş yavaş çözülme hali ile de ilgileniyor. 

Doğanın tazeliğine ve yeniden canlanacağına güvenmek ve hepimizi bir şekilde iyileştireceğine inanmak buradaki temel dayanak noktası. Yeryüzü ile daha köklü bir iletişim, bakışımızın değişmesi ve benliğimizin yeniden filizlenmesi tüm bu durma sürecini tersine çevirme umudunu da içinde barındırıyor.

Sergideki eserleri gördükten sonra hikayelerini de çok merak ediyoruz değil mi? Aslında gözümüzde birşeyler canlanıyor ama sanatçınında hangi duygu ve düşüncelerle o eseri ortaya çıkardığı da en çok merak edilen detaylar arasında yer alıyor. Gelin birlikte eserlerin hikayelerini inceleyelim.

Aklın Uykusu Serisi 1

Serginin merkezinde bu büyük heykel yer alıyor. Sanatçıya bu iş için Goya’nın “Aklın Uykusu Canavarlar Doğurur” gravürü ilham kaynağı olmuştur. Goya, Dünyanın karanlık tarafını, bir anlamda insanın dünyaya yaptıklarını bu uyku halindeki figürün arkasında uçuşan tuhaf yaratıklarla ifade ediyor. Aslı Işıksal’da sergi için böyle bir fikirden yola çıktı. Ortada 3 boyutlu baskı ile üretilmiş uyuyan (gözlerini kapatmış, uykuya dalmış, görmek istemeyen, belki de görmeye tahammül edemeyen) bir figür yer alıyor. Birebir boyutları nedeniyle insanı bir saniyeliğine tedirgin eden cinsten bir figür, gerçek mi, plastik mi? 3d olması nedeniyle de sanatseverleri böyle bir ikilemde bırakıyor.

Aklın Uykusu Serisi 13 

Sanatçının bir mini alanda kurgulamak istediği şey ise, kağıt üzerine çivi, ip ve bant imgesi ile kurguladığı desenlerden oluşuyor. İnsanın dünyaya çakılı olduğu inancını sorguladığı bir iş.

Aklın Uykusu Serisi 6 

Aklın Uykusu Serisi 8 

Bu işte siyah beyaz bir yangın resmi ve bu yangından etkilenmiş diğer uyayan figürler yer alıyor. Burada insan elinin doğaya değmiş hali ile karşılaşıyoruz. 3 iş birlikte Goya’nın söylemine yaklaşıyor. Aklın uykusu. 

Aklın Uykusu Serisi 10

Aklın Uykusu Serisi 11

Bu iki iş, hareketin kısıtlanması üzerine. Alçı ve ahşap doğası gereği sert malzemeler ama orada o katılıkta her şeyin durduğunu düşündüğümüz bir anda, minik bir hareket arayışı (küçük bir adım atma isteği) imkanlı görünmese bile umut ışığı oluyor. 

Aklın Uykusu Serisi 12

Aklın Uykusu Serisi 14

Aklın Uykusu Serisi 15

Bu üç iş sanatçının daha önceki işlerinde olduğu gibi yeryüzü ve dünya heiddiger’in tanımıyla arasındaki farkı ifade ediyor. Yeryüzü insan elinin değmediği, toprak olan, güçlü olandır. Dünya ise insanın kurguladığı, coğrafyalara bölüp yönettiği bir alandır. Bu ikisi arasında geçişkenliği düşündüğü zaman ortaya çıkan işlerdir. Dünya ve yeryüzü ile bir bütün olmayı ifade ediyor. İnsanın eridiği, doğanın yükseldiği bir zamanı vurguluyor. Tıpkı şimdiki gibi.

Aslı Işıksal ile Sıkıştır ve Duraklat sergisiyle ilgili konuştuk. 

Sergiyi ortaya çıkarırken ilham kaynaklarınız neler oldu? Serginin hikayesini bir de sizden dinleyebilir miyiz?

Sıkıştır ve Duraklat başlıklı sergimde hareket, zaman, doğa, gibi kavramlar üzerine yoğunlaştım. İnsanın kendine konfor alanı oluşturması adına doğayı dönüştürmesi ve merkeze yerleşmesi pek çok sanatçı gibi benim de üzerine düşünmeme sebep olan konulardan biri.

Son dönemlerde herhangi bir resme baktığımda, onu bulunduğu yerden bana doğru gelecek şekilde parçalara ayrılmış biçimde hayal ediyorum. Yani bir deniz resmine bakarken ve aynı anda resme doğru yaklaşırken, önce kokusunu, bir adım attıktan sonra rüzgarını, bir adım sonrasında da sesini duymanın nasıl olacağını düşünüyorum. Yüzyıl önce doğa parçalaması yüzeydeydi, şimdi neden üç boyutlu olmasın? Bu sorudan hareketle, duyular üzerinden kurguladığım bu projeyi bir işe dönüştürmek üzerine çalıştığım zamanlarda Goya’nın “Aklın uykusu canavarlar doğurur” işi sıkça karşıma çıkar oldu.

Goya’nın gravüründe önde uyuyan figürün bilincinin aktif bir şekilde devrede olmaması arkasında uçuşan yaratıkların serbest kalmasına neden oluyordu. Yapılış mantığı ve dönemi farklı olsa da Goya’nın resmi, bugünü de farklı açılardan temsil ediyor. Bu nedenle az önce anlattığım mantıkta bu işi parçalara ayırmayı düşündüm. Bu sefer üç boyutlu parçalama fikri, duyular üzerinden değil, görüntüler ve görüntülerin yarattığı kavramlar üzerinden ilerledi. Böylece serginin merkezini birebir boyutlarda ürettiğim uyuyan figür oluşturmuş oldu. Uyuyan bedenin düşünce gücünün zayıflaması, içinde bulunduğumuz zamanı ve bu zamanın hissiyatını açığa çıkarmasını umduğum diğer işler üretilmesine neden oldu. Örneğin bu figürün uykusuna, yangın etkisi veren farklı disiplinlerde ürettiğim işler eşlik ediyor. Kısaca benim kurguladığım aklın uykusu, Goya’daki gibi aynı düzlemde ve aynı malzemeyle gerçekleşerek bir sonuç doğurmuyor. Ancak ilham verdiği bir kesin.

Bu sergiyi ne kadar sürede hayata geçirdiniz?

Bu sergiye bir yıldan daha fazla bir sürede hazırlandım. Genel olarak kişisel sergilerimde yer alacak işleri, tek başına bir anlam taşıyacak şekilde değil de birbiriyle ilişkili olacak şekilde kurgulamayı seviyorum. Elbette izleyici, işlerle ayrı ayrı karşılaşıyor ve öyle değerlendiriyor ama benim için sergide yer alan her iş, her nüans, bir örgünün parçası olarak var oluyor. Doğal olarak her işi bir diğerine bağlı olacak şekilde düşünerek üretiyorum. Bu, bazen işlerin yalınlaşmasına neden olabiliyor.

Sanal serginin geri dönüşleri size nasıl oldu? Olumlu – Olumsuz tepkiler neler oldu?

Bence sanal sergi, özellikle bu dönem için oldukça önemli. Evlerimize, mikro dünyalarımıza çekildiğimiz bu süreçte ekranlar aracılığı ile kamusal alana açılma fikri, serginin başlığı ve içeriği ile de örtüşüyor. Böylece izleyici, benim yaratmaya çalıştığım sıkışık, duraksamış ve ayrışmış dünyayı, sanal sergi aracılığıyla ölçeği değiştirilmiş minyatür bir mekanda izleyebiliyor. İkisinin birbirini desteklediğini düşünüyorum. Bu konuda, sergiyi görmek isteyip bir şekilde kaçıran izleyicilerden oldukça iyi tepkiler aldım. Bunun yanı sıra işleri gerçekten görmenin önemli olduğunu, sanal dünyanın bunu karşılamadığını düşünen insanlar da var. Açıkçası ben de işleri yakından görmeyi tercih ederim, sanal dünyanın ölçekleri eşitleme gibi bir sorunu var, yine de bu süreçte işleri sadece fotoğraf üzerinden değil, mekanıyla bir algılamanın iyi gelen bir tarafı olduğunu düşünüyorum. 

 

Sizce sanat dünyasının dijitale geçişi bundan sonraki süreci nasıl etkiler?

Teknoloji, bir şekilde uzuvlarımıza angaje olmayı başarıyor. Bunun hem olumlu, hem de olumsuz bir tarafı var. Bir yandan dijital dünya ilham verici, hızlı, pratik, sınırsız, derya deniz bir alan. Diğer yandan karşılaştığımız veri yığını nedeniyle derinlemesine değil de yüzeyde kalmamızı sağlayan bir alan, kısmen dikkat dağıtıcı ve her şeyden önemlisi non-exist bir dünya. Dijital, ister istemez karşılaştığınız herhangi bir şeyin boyutunu, malzemesini, duygusunu imaja gömerek eşitliyor. Bir heykelin gerçek ve sanal dünyadaki hissi elbeatte ki aynı olamaz. Umarım sanat dünyasının dijitale geçişi gerçeklik hissinin kaybolmayacağı bir aralıkta kalır.

Eserlerinizde neye önem veriyorsunuz? Mesajınız nedir?

Malzemenin doğasını kavramak son zamanlarda uğraştığım bir mevzu. Bir plastik, mermer, ahşap ya da toz seramik ile ne kadar anlaşabilirim, açıkçası sınırlarımı zorlamak hoşuma gidiyor. Bu nedenle işlerimde farklı malzemeleri denemeye önem veriyorum. Üretirken bir mesaj kaygım olmuyor zira bu konu didaktik bir tarafa kayabilir diye düşündüğümden, özellikle o kanala girmiyorum ancak ürettiğim işlerin bir hissinin olması konusuna kafa yoruyorum. Tıpkı Bresson’un “Pickpocket” filmi için “nasıl bir anlamdan ziyade, nasıl bir his yaratacağı ile ilgilendiğini” söylemesi gibi.

Sergiyi ziyaret eden sanatseverlere bir mesajım var! En beğendiğiniz eserleri fuldenkarayel@gmail.com’a gönderirseniz çok mutlu olurum. Sanat dolu keyifli haftalar dilerim. 

Yazı: Fulden Karayel



En Çok Okunanlar