Cehenneme Övgü'den Bugüne Görünmez Ritüeller

Duygu Aydemir

dün

Vassaf’ın Cehennemi ile 2025’in Gündelik Hayatı Arasında Modern yaşamın görünmez ritüelleri ve insanın kendi kendine kurduğu düzenler üzerine…

Gündelik hayatın ritmi çoğu zaman farkına varmadan teslim olduğumuz küçük kalıplarla örülüyor. Bir bakış, bir tepki, bir susuş, aynı cümleyi aynı tonda tekrar edişimiz… Bütün bu ayrıntılar dışarıdan dayatılmış gibi görünse de çoğu, kendi içimizde sessizce kurduğumuz düzenlerin bir sonucu. Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü kitabı tam olarak bu iç örgüyü görünür kılıyor; insanı dışarıdan değil içeriden okuyarak.

Bu eserin bugün hala güçlü bir karşılık bulmasının nedeni burada yatıyor. 1980’de Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılıp yurtdışına giden yazar ve psikolog Gündüz Vassaf, “Prisoners of Ourselves – Totalitarianism in Everyday Life” adlı kitabını o dönemde kaleme alıyor. Yıllar sonra Türkçeye “Cehenneme Övgü – Gündelik Hayatta Totalitarizm” adıyla çevrilen çalışma, otoriteyi rejimlerde değil; sıradan hayatın içindeki görünmez yapılarda arıyor.

Entelektüel berraklığı ve derinliğiyle bende iz bırakan sohbetlerimiz, kitaplarında hissettiğim o zarif netlikle aynı mesajı taşıyor. Ve bu bakış, içinde yaşadığımız çağda farklı bir yankı buluyor.

Eskiden daha belirgin olan baskılar bugün gündelik ritmin içine karışmış durumda. Açık kuralların yerini “herkes böyle yapıyor” hissi almış. Hız, verimlilik ve görünürlük, hayatın doğal akışıymış gibi davranıyor; biz de çoğu zaman direnmek yerine uyum sağlıyoruz. İçeride büyüyen düzen böylece keskin bir hal alıyor.

Cehenneme Övgü - Gündelik Hayatta Totalitarizm, Gündüz Vassaf, İletişim Yayınları

Gündelik dil bunun çarpıcı bir göstergesi. “İyiyim” demeyi alışkanlıkla tekrar ediyoruz; gerçekten iyi olup olmadığımızı düşünmeden. Cümleler zamanla duyguyu taşımayı bırakıp bir ritüele dönüşüyor. Kelimeler iletişim kurmak için değil, düzeni sürdürmek için var oluyor.

Tekdüzelikten uzak düşünce yapısı ve kendine özgü yorumlarıyla her zaman saygı duyduğum mimar Nevzat Sayın’ın son zamanlarda “Nasılsın?” sorusuna verdiği “İnadına iyiyim” yanıtı zihnimde özel bir yer tutuyor. Alışkanlığın otomatikliğinden çıkıp bilinçli bir iradeyle kurulmuş bu ifade, dilin ritüel olmaktan sıyrıldığı o nadir anlardan biri. Kendisi bana şöyle demişti:

“Bazı düzenler önce insanın iyi oluşunu elinden alır. İyi olma hali zayıfladığında, kişi kendi sesinden de uzaklaşır. O yüzden inadına iyi olmak bir dirençtir; insanın kendiliğini koruma biçimi.”

Bu yaklaşım, iyiliğin dış koşullara teslim edilen bir ruh hali değil; kişinin kendi iç alanını sahiplenme çabası olduğunu hatırlatıyor.

Zaman algısı da benzer bir dönüşüm içinde. Gündüz, bizi sürekli üretmeye çağıran bir ışık gibi. Gece ise eskisi kadar serbest değil; ekranlar, bildirimler ve bitmeyen konuşmalar karanlığın ritmini yönetiyor. İnsan bazen kendi gününe misafir gibi davranıyor; zamanın sahibi değil, onun yönlendirdiği biri haline geliyor.

Bu görünmez örgünün bugün yeni bir biçimi daha var: yapay zeka. Teknoloji özgürlük vaat ederken aynı anda alışkanlıklarımızı ölçüyor, davranışlarımızı işliyor ve “bize uygun” olanı öne çıkarıyor. Sessiz bir yönlendirme gibi çalışıyor. Bir şarkıyı neye göre seçtiğimiz, rotayı navigasyona bırakmamız ya da yalnızca merakla açtığımız bir içerik bile bu görünmez dokunuşun izlerini taşıyor.

Sorun teknolojinin kendisi değil; önerilerin zamanla bir rutine dönüşmesi. Seçenekler çoğalırken seçim yapma kasımız zayıflıyor. Hazır sunulan yollar, esnek düşünme alanını daraltıyor.

Bu örüntü, Vassaf’ın yıllar önce tarif ettiği iç düzenin bugün başka bir yüze bürünmüş hali. Mesele aynı: zihnimizi hazır kalıplara teslim etmeden, her durumda kendi değerlendirmemizi yapabilme kapasitemizi canlı tutmak. Gerçek özgürlük çeşitlilikte değil, düşünsel esneklikte saklı.

Gündüz Vassaf ve Duygu Aydemir

İlişkilerde de benzer bir ritim var. Sevgi, nezaket, öfke, kırgınlık… Duygunun kendisinden çok ifade biçimi önem taşıyor artık. Bağ kurmanın doğal hali yerine “uygun” olanın tercih edildiği bir dünya çıkıyor ortaya.

Tüm bu tablonun içinde sanat hala nefes alınabilecek alanlardan biri. Bir fotoğraf karesi, zamanın ritmini bir anlığına durduruyor. Bir çizgi, bir gölge, bir mimik… Gördüğümüz ama çoğu zaman fark etmediğimiz şeyleri yüzeye çıkarıyor. Belki de bu sebeple sanat, görünmeyen düzeni kırmanın sessiz ama en güçlü yollarından biri.

Gündelik hayatın akışına dönüp baktığımızda şunu görüyoruz: Düzen her zaman dışarıdan biri tarafından kurulmaz. Çoğu zaman onu sürdüren, yeniden üreten biziz. Alışkanlıklar, konfor alanları, sorgulamaktan kaçındığımız anlar… Hepsi görünmez halkalar gibi birikiyor.

Fakat her ritmin içinde bir boşluk, her kalıbın içinde bir esneklik vardır. O boşluk fark edildiğinde insan kendi içsel alanına yaklaşmaya başlar ve kendi sesine ulaştığında, cehennemi değil; cehennemden çıkışı bulur.

 

Yazı ve Fotoğraflar: Duygu Aydemir

Paylaş:


Yorum yapmak için tıklayın

Diğer Yazıları

12 gün önce

Jackson Pollock’un Mutfağı

26 gün önce

Aslında İsmet Doğan Diye Bir Sanatçı Hiç Olmadı

bir ay önce

Dostoyevski’nin Sözünden Yansıyan Işık

En Çok Okunanlar