f7c849f2-0101-48db-a188-b74f67246675.jpg
Cameron Crowe’un umut verici yeni filmi DÜŞLER BAHÇESİ’nde Scarlett Johansson, Kelly Foster isimli işine düşkün ve tutkuyla bağlı bir hayvanat bahçesi bakıcısı rolünde karşımıza çıkıyor.

Scarlett Johannson ile Özel Röportaj

15 B izlenme  
19.01.2012


 

Cameron Crowe’un umut verici yeni filmi DÜŞLER BAHÇESİ’nde Scarlett Johansson, Kelly Foster isimli işine düşkün ve tutkuyla bağlı bir hayvanat bahçesi bakıcısı rolünde karşımıza çıkıyor.   


DÜŞLER BAHÇESİ’nde Kelly’yi oynamak nasıldı? Kelly nasıl bir kadın?

S.J:  “Kelly inanılmaz azimli ve odaklı birisi. Tüm yaşamını işine adamış ki bundan filmde de bahsediyor, ‘Bir hayatım yok. Tüm hayatım bu. Sabahtan akşama burada, arkadaşlarımlayım, arkadaşlarımsa geceleri farklı farklı adamlarla barlarda geçirirken’. Tüm zamanını işinde geçiren bir kadın ki bu Kelly gibi işi bakıcılık olan herkes için geçerli.”


Seni bu karaktere çeken neydi? Zorlukları nelerdi?

S.J: “Kelly’de sevdiğim şey çok gerçekçi bir karakter olması. Ona dair aklınızda bir şüphe olmuyor. Şu ‘diğer kadın’ olacak tiplerden değil; kadınsılığını hiçbir şekilde açıkça ortaya sermiyor. Kendisini hep ikinci planda tutuyor. Kimseden birşey beklemiyor, dürüst bir iş günü dışında, ki bu duyarlılığına da saygı duydum. Daha önce böylesine saf, ve düşüncesinde net bir kadını oynama şansım olmamıştı. Erdemlilikten değil ama doğasında hava atmak yok. Hiçbir yerleşik fikre tabii değil.”

 



Kelly ile ortak yönleriniz var mıydı ve de karaktere kendinizden neler kattınız?


S.J: “Ben de ailem ve arkadaşlarıma karşı hep koruyucu olmuşumdur. Sanırım bana düşen bu karaktere bir yumuşaklık katmak oldu. Bu tarz bir kadın sert bir tipleme olabilir çünkü. Genelde filmlerde böyle bir iş yürüten kadınlar sert, köşeli gösterilir ama bu öyle değil. Hayvan bakıcısı kadınlara baktığınızda sandığımız üzere illa tulumlar içinde, balıkçı kazaklı tipler olmuyorlar. Feminen ama güçlü kadınlar oluyorlar.”

 

Matt Damon ile çalışmak nasıldı? 

 
S.J: “Matt ile çalışmayı hep istemişimdir. Çok iyi bir oyuncu; onda çok ‘Hollywood’IN Altın Yılları’ oyuncusu havası var. Bir Cary Grant kalitesi taşıyor. İnanılmaz eğlenceli biri ve de. Çekimler sırasında o kadar çok güldük ki, neredeyse çekimleri tamamlayamayacaktık. En saçma şeylere gülme krizine girmeye başladık. Çok yoğun bir sahnenin ortasında mesela birden saçı uçuşuyordu ama kamera bende olduğu için farketmiyordu. Böyle saçma şeylere gülüyorduk. Film yıldızlarındaki o yıldız havası Matt’de yok ama o tam bir film yıldızı. Sıcak ve samimi birisi. Ekipte herkesle arkadaş oldu.”  

 



 
Benjamin (Matt’in canlandırdığı karakter) karısının ölümüyle büyük bir kayıp, trajedi yaşıyor. Fakat sanırım Kelly ile arasındaki romantizm de buradan doğuyor değil mi?


S.J: “Bu iki karakter normal koşullar altında tanışmış olsalarmış, başdöndürücü bir romantizm yaşayabilirlermiş. Bana kalırsa çok benzer yanları var.  İkisi de hayatta kalma güdüsünde kişiler ve bunu birbirlerinde buluyorlar ama filmle ilgili en sevdiğim şey ise aralarında bir çekim elbette ki var ama Kelly Benjamin’e çok iyi bir arkadaş da oluyor. Aralarındaki çekimin yollarına çıkmasına asla izin vermiyor. Öncelikle hayvan parkı ve hayvanlar için orada; bu onun sevdiği şey. Tüm hayatını buna adamış.”



 

 

Cameron Crowe ile çalışmak nasıldı?


S.J “Cameron ile daha önce workshop’lar yapmıştım ve onunla çalışmayı hep istemişimdir, yani bir rüam gerçek oldu diyebilirim, bunu o da biliyor çünkü beni uzun zamandır tanıyor. Doğru filmi bekliyorduk beraber çalışmak için. Cameron çok ilham verici birisi. Çok anlayışlı, ilgili ve şevkli. Monitörün arkasından güler. Onu kıs kı gülerken, etrafa öneriler yağdırırken ya da tüm gün müzik çalarken yakalayabilirsiniz. Nazik birisi ve sette herkes her daim mutlu oluyor. Herkesin işine büyük saygısı var ve bu da sette büyük fark yaratıyor , özellikle de saatlerce çalışıyorsanız ve yaptığınız iş takdir görüyorsa.”


Onun filmlerini farklı  kılan nedir?


S.J: “Cameron’ın filmleri çok iyi müziklerin de kullanımıyla popular, zeka pırıltılı ve duygusal halleriyle canlı, yüksek moralli filmler. İnanılmaz anlayışlı, şevkli bir yönetmen ve karakterleri geliştirmeyi çok seviyor.”


Rol için en gibi bir çalışma izlediniz?


S.J: “Kaliforniya’da hayvan bakıcılığı ve eğitimi veren kişileri izleyerek çok vakit geçirdim. Tabii ben bir eğitmeni değil, bakıcıyı oynuyordum ve hayvanat bahçesi bakıcıları genelde hayvanlarla çalışmıyorlar. Sadece onlarla ilgileniyorlar. Hayvan parklarındaki günlük yaşamı solumak için çok fazla vakit geçirdim. Bu iş göründüğü kadar parlak da sayılmaz. Biz bakıp “hayvanlara bak ne kadar da sevimliler” diyip geçiyoruz. Ama iş olarak çok zor. Takdire şayan bir iş aslında.
Hayvanat bahçesine gittiğimizde bu bizlere çok keyif veriyor ama arka planda hayvanlarla ilgilenmenin nasıl olduğunu pek kestiremiyoruz.”   




 



Hayvanlarla nasıl  çalışmalarınız oldu?


S.J: “Akbaba beslemekten, toprağı gübrelemeye, hasta hayvanlarla ilgilenmekten onlara ilaç vermeye ve onları bir çitten dğerine taşımaya kadar bir dolu şey yaptım. Bunların çoğu ağır işçilik gerektiriyor; ağır kaldırma ve durmaksızın bir aktivite. Her türlü egzotik hayvanımız vardı; maymunlar, yılanlar ve develerden zebralara kadar toynaklı bir çok hayvan.”


 Hayvanlardan hiçbiriyle korktuğunuz bir anınız oldu mu?


S.J: “Bir sete 70 tane yılanı bir kovaya dolduracağınızı bilerek gittiğinizde zaten ‘a bu normal bir iş işte’ diye düşünmüyorsunuz (gülüyor). Hepimizin orada olup kaçan yılanalrın peşinden koşturmamız gerekiyordu: aralarında piton yılanalrı, anaconda ve diğer zehirsiz yılanlardan da vardı. Ama benim için sorun olmadı çünkü çocukken sürüngen hayvanlarım olmuştu.”


Ne gibi sürüngenlerin vardı?


S.J: “Kertenkele, geko, kaplumbağa, kurbağa ve karakurbağa gibi…Annemin tüye alerjisi olduğu için kedi ya da kopek alamıyordum. Eve hayvan almak istiyordum ve onu ‘kertenkelelerin tüyü yok’ diye ikna etmeye çalıştığımda ‘kahretsin, bunu düşünmeliydim’ dediğini hatırlıyorum. Evimiz Manhattan’daydı ve şehirde birçok insanın evinde sürüngenler vardı.” 





 
Şu anda bir evcil hayvanınız var mı?


S.J: “Evde köpeklerim var. Biri Chihuahua, diğeri de Golden Retriever. Büyük olanın adı Baxter, küçük olanın adı da Maggie.”


Sette en çok hangi hayvanla vakit geçirdiniz?


S.J:  “En çok maymun Crystal ile vakit geçirdik, ki kendisi bu aralar parlayan bir star, yakın zamanda THE HANGOVER’da da oynadı ve artık adeta bir insan gibi. Onunla vakit geçirmek çok enteresan, ciddi anlamda bir espiri anlayışı var. Ekipten biri gibiydi, arkadaşımız oldu”


Film sizce asıl olarak neden bahsediyor?


S.J: “Bana kalırsa hikaye kendi sınırlarınızı denemeniz ve çok çalışıp sabır göstererek üstesinden gelebilmenizle ilgili. Herşeyin mümkün olduğunu gösteriyor. Kulağa biraz alışıldık bir mesaj olarak geldiğinin farkındayım ama aslında çok da doğru. Benjamin Mee’yi ilk gördüğümüzde bir arayış içinde olduğunu farkediyoruz. Yaşadığı derin üzüntüden onu kurtarabilecek herşeyin ardından gidiyor ve çocuklarını da boşluğa düşmekten korumaya çalışıyor. Mekanın ruhu ve hayvanlar ona yepyeni bir yaşama sevinci veriyor.”


Büyük bir kayıpla ilgili olsa da film genelde çok pozitifi değil mi?


S.J: “Bu filmin insani bağlantılarla ilgili olduğunu düşünüyorum.  Hayatta tek bir büyük macera yaşamıyoruz; hayatın kendisi bir macera, acısıyla, sürprizleriyle ve sunduğu olanaklarla. Kendim de büyük bir kayıp yaşadım ve tanıdığım çoğu insan da kaybın bir türünü mutlaka yaşadılar. Yirmilerindeki çoğu insan arkadaşlarını, büyükannelerini, bazen ebeveynlerini kaybedebiliyorlar ve aslında bunu da o maceranın bir bölümü olarak kabullenmek gerek. Buiçinize bakabilmenizi ve büyümenizi sağlıyor. Kayıp sonucunda büyüyorsunuz.”




Film fiziksel olarak ne kadar yorucuydu?


S.J: “Zordu çünkü aynı zamanda THE AVENGERS filmi için de çalışıyordum. Gün ışığında çekim yapmamız gerektiği için sabah 4:30’da kalkıp, 7:30 8:00 gibi sette oluyordum ve güneş batana kadar durmadan çalışıyorduk. Akşam 7:00 7gibi evde olup sahnelerime çalışıyordum. Bu böyle hergün sürdü ve çok dayanılmazdı. Çok ama çok zorlu bir çekim takvimi oldu.”


Oyunculuk küçük yaşlarından bu yana bir hayalin miydi?


S.J: “Çocukken Broadway’de olmak isterdim. Müzikalleri çok seviyordum ve çocukken şarkı söyleyip dans ediyordum. Tap dans ve vocal dersleri almış ve oyunculuk okuluna gitmiştim. Amacım OKLAHOMA’da olmaktı ve sonunda kendimi TV reklamları için oyunculuk seççimlerine giderken bulmuştum ama hiçbirinde oynayamadım çünkü sesim çok derindi. Reklam için reddedilmekten nefret etmiştim çünkü bunda kötü olduüumu anladım. Bend e sadece ‘canlı iş’ dediğimiz seçmelere gitmeye başladım. Rob Reiner filmi NORTH’ta 7  ya da 8 yaşımdayken küçük bir rol aldım. Filmlerde rol almam oradan başladı.”


Özel bir haranlık beslediğin yönetmen ve oyuncular var mı?


S.J: “İş sevdiğim yönetmen ve oyunculara gelince ortalığı velveleye verebiliyorum. Yakın zamanda Tim Burton’la tanıştım; dışarıdan cool görünmeye çalıştıysam da içimden ‘aman tanrım, Tim Burton!’ diye zıplıyordum. Onu çok severim ve tabii ki tanıştığınızda gayet normal bir insan o da. İnsanlar hayran oldukalrı kişilerin garip davranıyor olmasını bekliyor hep.”


Beğendiğin oyuncular kimler?


S.J: “Robert Downey Jr. (THE AVENGERS filminde) ile çalışmak mükemmeldi. Sette şöyle bir arkanıza bakıp orada Robert Downey’yi görmek harika. ‘Vay be, Robert Downey ile bir sahne çekiyorum’ diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum.Bu çok büyük bir onur.  Berbaer çalışıyor ve replikleirmizi karşılıklı havaya atıyorduk, o da yakalamamı bekliyordu. Mükemmeldi. O dahiyane birisi.”


 
Sizinle New York’ta buluştuk, New York’u LA’ye tercih ediyor musunuz?  


A: “Evet çünkü burada doğdum ve benim için burası ev gibi. LA ile bir bağlantı hissetmiyorum. Gezmek için güzel bir yere benziyor ama orada yaşayamazdım. New York’a aşığım. Orada yürümeyi çok seviyorum. Şiirsel ve romantic bir yer; zorlu ve bir o kadar da ilham verici. İnsanlarını da seviyorum; o hem berbat hem de mükemmel kokularını seviyorum şehirin.  Gece New York’ta dışarı çıkmayı da seviyorum. Bütün gece, sabah olana kadar dışarıda kalabilirim sanırım. Dışarıda insanları görmeyi seviyorum. New York’ta öylesine oturup insanları izlemekten keyif alıyorum.”








Boş zamanlarında birçok hayır işi yaptığını da biliyorum. Oxfam ile halen aktif olarak ilgili misin?   


S.J: “Oxfam ile Kenya’ya Somali sığınak kamplarını ziyarete gideceğiz birkaç hafta sonra. Oxfam ile çok fazla hareket halindeyiz. Onlarla biryerlere gidip, insanlarla tanışmak, hikayelerini dinlemek çok ayrı. Bu insanlarla ilk birer yabancı olarak tanışıyoruz. Onlar tüm filmlerimi bilen büyük hayranlarımdan farklılar. Tek bildikleri Oxfam ile çalışıyor olduğum. Aldıkları destekten çok minnettarlar ve bizle paylaştıklarından da.“


Dünya geneleinde bir moda ve güzellik ikonu ve dünyanın en güzel kadınlarından biri olarak kabul ediliyorsun. Bize biraz tarzından bahseder misin?


S.J: “Her zaman için New York tarzı hakim olmuştur. Kendime kırmızı halı kıyafetlerindense daha maskülen bir giyimi yakıştırıyorum. YSL (Yves Saint Laurent), Margiela, Hermes ve Ralph Lauren tarzlarını seviyorum. Kırmızı halıda ise çok feminen duran eski Hollywood ‘Altın Çağ’ ışıltısını seviyorum.”


Güzelliğini hissediyor musun?

S.J: “Tabii, bazen güzel hissediyorum. Bazı zamanlarda kendimi davul gibi hissediyorum. Herkes gibi benim de iyi ve kötü günlerim var. Ama biliyorsunuz, dışarıda sektörden olsun olmasın bir dolu güzel kadın var. Böyle bir etiketin üzerinize yapışması çok garip. Bir yandan güzel çünkü her kadın güzel Kabul edilmek ister ama herhangi bir etiketle yaşamak istediğimi sanmıyorum. Bir oyuncu olarak etiketsiz olmayı ve categorize edilmemeyi yeğlerim.


 

  

 

 
 
İşinize halen tutkuyla bağlı mısınız? Henüz 26 yaşındasınız ve şimdiden çok iyi işler başardınız.


S.J: “Beni daha mutlu edecek ya da üretken hissettirecek ne yapabilirdim bilmiyorum. Yaptığım şeyi seviyorum. İşimi seviyorum. Sektörü seviyorum. Bir filmin yapımının başından sonuna kadar dahil olmayı seviyorum, en sevdiğim şey bu. Bir sahne çekilirken oyunun tam oturduğu bir an oluyor ve bunu monitor arkasında herkesin biliyorsunuz ve yönetmen ‘işte oldu’ diyor. Bunun nasıl bir duygu olduğunu söylemenin bir yolu yok, inanılmaz tatmin edici.”


 "WE BOUGHT A ZOO / DÜŞLER BAHÇESİ"  20 Ocak 2012’de sinemalarda.
Röportaj: Elaine Lipworth
 
Devamı

Seçtiklerimiz