f7c849f2-0101-48db-a188-b74f67246675.jpg

Art Dubai'nin Ardından | Yazan Vanessa Medini

Vanessa Medini

5 yıl önce
20-23 Mart tarihleri arasında 13. edisyonu Madinat Jumeirah’da gerçekleşen ve Orta Doğu’nun en büyük sanat fuarı olma özelliğini taşıyan Art Dubai, bu sene 48 ülkeden 105 galeriyi ağırladı. Artistik direktörlüğünü Pablo del Val’in yaptığı fuar, Art Dubai Contemporary, Art Dubai Modern ve Arapça’da geçit anlamına gelen “Bawwaba” olarak 3 ana bölüme ayrıldı. Fuara forumlar, sempozyumlar, performanslar, film gösterileri, yarışmalar ve eğitim programları eşlik etti.
Bana daha önce hiç adını duymadığım sanatçıları ve galerileri keşfetme imkanı sağlayan fuarda dikkatimi çeken bazı sanatçı ve galeriler arasında Addis Ababa’dan katılan Addis Fine Art ve sanatçısı Addis Gezehagn, Londra’dan katılan Grosvenor Gallery ve sanatçıları Mohammad Ali Talpur ile Rasheed Araeen, Dubai’den katılan Meem Gallery ve sanatçısı Zhivago Duncan, Shanghai’dan katılan Ota Fine Arts ve sanatçısı Chen Wei, Paris’ten katılan Galerie Templon ve sanatçısı Abdelkader Benchamma ile Cape Town’dan katılan SMAC Gallery (CI 2018’e katılmış) ve sanatçısı Alexandra Karakashian yer alıyor.



Addis Gezehagn

Floating Cities serisine ait eserlerinin sanatseverlerin beğenisine sunulduğu fuarda Addis Gezehagn doğup büyüdüğü, her ailenin kendi evini kendi inşa edip rengarenk boyadığı Addis Ababa’daki kent manzaralarını hayal ve gerçek sınırı arasında, soyut bir üslupla resmederek doğal ve organik yapısından uzaklaşan, tarihi ve kültürel altyapısının zaman içerisinde yok olmaya mahkum olduğunu düşündüğü şehre dikkat çekiyor.



Mohammad Ali Talpur

Renklere karşı bir fobi geliştirdiğini itiraf etmekten çekinmeyen Hyderabad doğumlu sanatçı Mohammad Ali Talpur, eserlerinde siyah ve beyazı tercih etmesinin sebebini bu renklerin bir eserin ana fikrini en sade ve objektif bir şekilde ortaya koymasından dolayı olduğunu söylüyor. Boş bir alana çizilen tek bir çizginin bir anlamı olmadığını fakat tekrar edilen çizgilerin eserde yeni bir enerji yarattığını ifade ediyor. Optik sanat akımı ve trompe l’oeil (göz yanılsaması) öncülerinden Bridget Riley ve Victor Vasarely’den ilham aldığı düşünülen sanatçı, kaligrafiyi soyut formlara dönüştürerek yarattığı eserlerinde geleneksel ve çağdaş unsurları bir arada kullanarak köklerine ithafta bulunuyor.
 

Rasheed Araeen

 
1960’lı yılllardan itibaren İngiltere sanat piyasasında önemli bir rolü olan, eserleri Hayward Gallery’de sergilenmiş, dünya turuna çıkmış ve son ayağı Mart ayında Moskova’da gösterilmiş bir retrospektifi bulunan Rasheed Araeen’in eserlerindeki geometrik yapılar sanatçının aynı zamanda inşaat mühendisi olduğu düşünüldüğünde şaşırtıcı olmaktan uzak. Kimlik arayışı ve Batılı olmayan sanatçıların klişeleştirilmesi gibi konuları ele alan sanatçı, eserlerine ülkesi Pakistan’dan dini ve kültürel semboller ekleyerek Batılı’nın sanat tarihine bakışına farklı bir perspektif kazandırmayı umuyor. Sanatçı, Kübizm ve Minimalizm her ne kadar Batı sanatına ait akımlar olarak değerlendirilsede geometrinin Arap ve Müslüman sanatçılar tarafından herkesten evvel, yaklaşık 1000 yıl kadar önce kullanıldığına değiniyor.
 


Zhivago Duncan
 

Çalışmalarını Meksika’da sürdüren yarı Suriyeli yarı Danimarkalı sanatçı Zhivago Duncan ise eski Ortadoğu yaradılış hikayelerine ve günümüz modern bilimine olan ilgisi üzerinden kimlik ve aidiyet arayışını tema alan eserler üretiyor. Eserlerinde balmumuna dayanıklı bir boyama tekniği olan batiği kullanan sanatçı, ailesinin işi dolayısıyla çocukluğunda her iki senede bir taşındıklarını, sürekli şehir ve ülke değiştirmesine rağmen eserlerinde değişmeyen bazı renkler ve formlar olduğunu farkettiğini belirtiyor.
 

Chen Wei
 
Çinli fotoğraf sanatçısı Chen Wei’nin sinematografik fotoğrafları, Çin’deki başı boş, ülkesinde olup bitenden haberdar olmayan, beyan edecek fikri de olmayan, sadece gezip eğlenmeyi düşünen gençliği yansıtıyor. Ağlanacak halimize partiliyoruz tadında. Gerçeklikten kopmuş, başka bir boyutta gibi görünen bu gençlerdeki umursamazlık ve boşvermişlik duygusu fotoğraflara gizem katan hafif bir melankolinin eşlik ettiği bir estetik üzerinden veriliyor.
 

Abdelkader Benchamma

 
Beyinde algı ve hafıza nasıl oluşur gibi sorular üzerinden yapmış olduğu araştırmalar sonucu ortaya çıkan eserlerinde Cezayir asıllı Fransız sanatçı Abdelkader Benchamma izleyiciyi yarattığı dengesiz ve dinamik dünyayla baş başa bırakarak gerçeklik, soyutluk, sonsuzluk kavramlarını sorgulamaya teşvik ediyor.
 

Alexandra Karakashian


Johannesburg doğumlu Alexandra Karakashian da kendi aile hikayesinden yola çıkarak hepimizin ne yazık ki fazlasıyla aşina olduğu sürgün ve göç konularını ele alıyor. Eserlerinde alışılmadık malzemeler kullanmayı seven ve işlerinin kendiliğinden enstalasyona dönüştüğü sanatçının eserlerinde kaybedilen evlerin ve hayatların yasının tutulduğu hemen hissediliyor.
 

Manaf Halbouni

 
Türkiye’den 3 galerinin bulunduğu fuara Zilberman Gallery Heba Y. Amin, Alpin Arda Bağcık, Burçak Bingöl, Guido Casaretto, Manaf Halbouni, Basir Mahmood, Simon Wachsmuth, Eşref Yıldırım ile, Anna Laudel Ramazan Can ile, Sanatorium’da Yağız Özgen ve Ali İbrahim Öcal ile katıldı. Zilberman Gallery’nin yeni temsil etmeye başladığı sanatçı Manaf Halbouni’nin nostaljik bir hissiyatla üretmiş olduğunu düşündüğüm çelik, beton ve camdan yarattığı eserleri rant uğruna tahrip edilen tarihi ve kültürel mirasımıza yaptığı acı ama gerçek bir gönderme niteliğinde olması açısından etkileyiciydi.
 
Fuara ek olarak 14. Sharjah Bienali, Alserkal Avenue, Jameel Arts Centre ve Louvre Abu Dhabi’ye yapmış olduğum ziyaretlerden bahsetmek gerekirse önceliği bienale vermek isterim.
Sharjah Art Foundation tarafından düzenlenen, küratörlüğünü Zoe Butt, Omar Kholeif ve Claire Tancons’un yaptığı bienal 7 Mart - 10 Haziran arası görülebilir. Bu seneki teması “Leaving the Echo Chamber” olan bienal, Al Mureijah Square, Calligraphy Square ve Arts Square olmak üzere 3 ana mekanda sanatseverlerle bir araya geliyor. Türkçesi yankı odası olan “echo chamber” özel kurumlar ve devletler tarafından kontrol edilen, tek tip ve tekrar eden haberlerden oluşan bir medya düzenini, belirli bir kesimin dayattığı sosyo-politik sistemler üzerinden işleyen kapitali ve bunun dışında kalan herşeyin ve herkesin nasıl “ötekileştirildiğini” tarif etmek için kullanılan bir benzetme. Günümüzde birçok farklı tarih, kültür, din, dil ve ırktan kitle özünü çoğunluğa teslim etmeye ve çoğunluk gibi olmaya zorlanırken bienal böyle bir zamanda özümüzü nasıl muhafaza ederiz ve yankı çeşitliliğini nasıl arttırabiliriz gibi sorulara cevap arıyor.
Bienalde incelemeye en çok vakit harcadığım, üzerinde en çok düşündüğüm ve görsel anlamda da doyurucu bulduğum 2 eser oldu. Bunlardan ilki Al Mureijah Square’de “Journey Beyond the Arrow” başlığı altında yer alan Çinli sanatçı, yazar, küratör, profesör ve düşünür Qiu Zhijie’nin farklı sanatsal kaynaklardan ve düşünüş biçimlerinden ilham aldığı, sosyolojik, politik ve felsefi araştırmalarından elde ettiği verileri büyük ebatlı renkli baskılar ve parşömen tomarlarına aktararak haritalar oluşturduğu eserleri. Çin geleneksel sanatının vazgeçilmezi mürekkep ve kaligrafi üzerine eğitim almış sanatçı, içinde bulunduğumuz hayatı herşeyi birbirinden ayrıştırarak yaşadığımız için ruhsal bir hastalık hali olarak değerlendiriyor. Yaratmış olduğu bu haritalar üzerinden tarihler, coğrafyalar ve kültürler arası köprüler kuran sanatçı, Çin ve Arap kültürü arasında bile sanılandan çok daha fazla ortak nokta olduğuna ilgi çekiyor.



 

İkincisi ise yine aynı mekanda bulunan fakat “Making New Time” başlığı altında sergilenen Şilili sanatçı Alfredo Jaar’a ait, 33 pigment baskı, 198 ışık projektörü ve 198 tripoddan oluşan eser. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa aksı dışında, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan 33 global aktivist kadına dikkat çekmek için geliştirilen proje 2010 yılında 3 kadın ile başlamış ve 100 kadına tamamlanması planlanıyor. Bu kadınların hepsi düşünce özgürlüğü ve insan hakları için aktif bir şekilde mücadele eden ve hayatlarını bu mücadeleye adamış kadınlar fakat medya onlara yer vermediği için kimse isimleri veya icraatları hakkında hiçbir şey bilmiyor. Onlar susturulmuş hikayelerin sessiz kahramanları. Türkiye’den Leyla Zana’nın da aralarında bulunduğu ve İran, Suriye, İsrail, Filistin, Mısır, Pakistan, Honduras, Şili, Somali, Bangladeş, Kongo, Meksika, Çin, Güney Kore ve Nepal’den kadınların yer aldığı bu gruptaki her kadının duvara asılı portresi sanatçı tarafından 4 ışık projektörü ile aydınlatılmış, adeta gün yüzüne çıkartılmış.



 

“Making New Time” kapsamında Sharjah Art Museum’da sergilenmesinden gurur duyduğum Türk sanatçımız Semiha Berksoy’un müzede 1950-1970 yılları arasında ürettiği 5 eser bulunuyor. Ressam olmasının yanı sıra ilk profesyonel Türk yapımı operada, ilk sesli filmde ve bunlara ek olarak Türk ve yabancı opera ve tiyatrolarda önemli roller aldığını göz önünde bulundurduğumuzda sanatçının hayatı doğum ve ölüm arasında bir performans olarak resmetmesinin kendisi için ne kadar doğal olduğu kolayca anlaşılıyor.
Eskiden endüstriyel bir bölge olan Al Quoz’da küçük bir depoyla başlayan ve zaman içerisinde dinamik bir sanat merkezi haline gelen Alserkal Avenue bugün birçok galeriye, konsept mekana, tasarım mağazasına ve kültürel faaliyete ev sahipliği yapıyor. Lawrie Shabibi (Mohamed Ahmed Ibrahim - The Space Between The Eyelid and The Eyeball / 5 Mart - 9 Mayıs), Green Art Gallery (Kamrooz Aram - Arabesque / 18 Mart - 30 Mayıs), Third Line (Rana Begum - Perception and Reflection / 5 Mart - 9 Mayıs) ve Ishara Art Foundation’daki (Shilpa Gupta & Zarina - Altered Inheritances: Home Is A Foreign Place / 18 Mart - 23 Haziran) sergilerini gezdim. Aralarında en çok bağ kurduğum sergi ve bana en çok konuşan eserler Kamrooz Aram’ınkiler oldu. İran halılarındaki dekoratif desenlerden aldığı ilhamı kendine has üslubuyla harmanlayan sanatçı, tuvalini eşit karelere bölerek oluşturduğu grid üzerinde renk kontrastları ve soyut formlar yaratarak hem arabesk hem de soyut kavramlarının bir arada nasıl var olabileceğini gösteriyor.
 

 
Halka açık çeşitli kültürel programlar ve aktiviteler düzenleyerek çağdaş sanatı desteklemek amacıyla Kasım 2018’de açılan sanat kurumu Jameel Arts Centre’daki sergiler genellikle Art Jameel koleksiyonunda yer alan ve özellikle Orta Doğu, Asya ve Afrika’da üreten sanatçılar üzerinden yapılıyor. Mimariye merakınız varsa mimar ve sanatçı Seher Shah ile mimar ve fotoğrafçı Randhir Singh’in ortak sergisini kaçırmayın derim. Çizim, baskı ve heykel yapan Shah ile Singh’in çekmiş olduğu fotoğrafların birbirleri ile olan diyaloğu hem çok anlamlı, hem de çok estetik.
 


 

Ve son durak 180 m çapındaki 8 katmanlı kubbe ile 7850 adet yıldızın geometrisini bir araya getiren Fransız mimar Jean Nouvel tarafından tasarlanmış, şimdiden 3 ödül almış Louvre Abu Dhabi. Gün ışığında ayrı, gece ışığında ayrı bir havaya bürünen müzenin yer planlamasını, ışıklandırmasını, havalandırmasını başarılı bulmakla beraber görme engelliler için yapılmış özel etiketlendirmeler ve dokunabilmeleri için eserlerin küçük replikalarının yapılmış olduğunu görmek sevindiriciydi. Paris’teki kadar kapsamlı bir koleksiyona sahip olmasa da müzede Leonardo Da Vinci’den tutun, Ai Weiwei’ye kadar her döneme ait eserler görmeniz mümkün. Claude Monet, Edouard Manet, Berthe Morisot, Edgar Degas, Paul Cézanne, Paul Gauguin, Vincent Van Gogh, Pablo Picasso, Piet Mondrian, Mark Rothko, Jackson Pollock, Francis Picabia, Alberto Giacometti, Constantin Brancusi - ve tabiki Osman Hamdi Bey (“Okuyan Genç Emir” adlı eseri) eserleri sergilenen sanatçılardan bazıları.



Osman Hamdi Bey


Francis Picabia


Jean-Michel Basquiat
 

Müzenin süreli sergisi “Rembrandt, Vermeer & The Dutch Golden Age” 18 Mayıs’a kadar ziyaretçilerini Rembrandt van Rijn, Johannes Vermeer, Jan Lievens, Ferdinand Bol, Carel Fabritius, Gerrit Dou, Frans van Mieris ve Frans Hals’a ait eserlerden oluşan kapsamlı bir seçkiyle buluşturacak. Sergi tasarımı o dönemin tarzına uygun ve eserleri ön plana çıkaracak şekilde yapılmış, bordo duvarlar ve loş ışık kullanılmış. O dönemin Hollanda’sında yaşayan insanların karanlık, karamsar ve melankolik dünyasına ayna tutan sergi dönem hakkında detaylı bilgi sahibi olunmasını sağlıyor.


Jan Steen


Godefridus Schalcken


Rembrandt van Rijn

Sanat ile dolu geçen birkaç günün ardından İstanbul’a aşırı bilgi alımından doz aşımına uğramış bir halde, valizim kitap, katalog vs. ile tıka basa dolmuş bir şekilde döndüm. Bir yandan üzerimdeki tatlı yorgunluğu atmaya, bir yandan da öğrendiklerimi sindirmeye çalışıyorum. Günün sonunda gitmeye değer miydi diye sorarsanız kesinlikle değerdi, bence en azından 1 kere görülmesi gereken fakat 4,5 saatlik yolculuğa, sarfedilen zamana ve enerjiye gerçekten değmesi için mutlaka bienal ve diğer aktivitelerle kombinlenmesi gereken bir fuar olduğunu düşünüyorum. Sadece fuar için yapılan bir seyahat, beklentisi yüksek bir sanat izleyicisi için tatmin edici olmayabilir. Ama hem fuarı gezerim hem tatil yaparım diyorsanız o başka tabi! Keyifli seyirler dilerim...



Yazı: Vanessa Medini



Diğer Yazıları

En Çok Okunanlar