f7c849f2-0101-48db-a188-b74f67246675.jpg

Kendi Dünyasını Yaratmak İstedi: Georgia O'Keeffe ve Alfred Stieglitz | Yazan Yasemen Çavuşoğlu

Yasemen Çavuşoğlu

2 yıl önce

Bu bir evlilikti, iş ortaklığı gibi…

Yer yer uzaklardı, mektuplar ise aşklarının habercisi.

Bir ekiplerdi; biri bencil, diğeri de ondan gidemeyecek kadar sevdalı.

İlk kadın ressamlardan biri olan Georgia O’Keeffe, 1887’de Sun Prairie, Wisconsin’da doğdu. İrlanda asıllı bir baba ve Macar asıllı bir annenin yedi çocuğundan ikincisi ve ilk kızlarıydı.

Küçük yaşlarından itibaren sanatçı olmak istiyordu

Georgia O’Keeffe

1905-1906’da Şikago Sanat Enstitüsü’nde ve 1907-1908’de New York’taki Sanat Öğrencileri Birliği’nde eğitim aldı. Geleneksel Avrupa resim anlayışını kısa sürede terk ederek, Uzakdoğu sanatına yönelmiş 1911-1918 yılları arasında çeşitli okullarda sanat dersleri vermiştir. Konu aldığı şeylerin kopyalarını ya da benzerlerini çizmek yerine, onları kendi tarzında, kendi yorumlarıyla benimsemiş olan “Arthur Wesley Dow” (Amerikalı ressam, matbaacı, fotoğrafçı ve etkili sanatlar eğitimcisi) fikirlerini ve sanat felsefesini öğrendi. O’Keeffe bu sayede sanata bakışı ve yaklaşımı değişti.  Erken dönem suluboya resimleri ve gittikçe soyutlaşan karakalem çizimlerinde bu etkiler görünmeye başladı.

98 yıllık ömrüyle, sanat tarihinin kült figürlerinden biri haline geldi. 

Cesur yarı soyut resimleri Amerikan sanatını yeni bir çağa çeken Amerikalı bir modernist sanatçıydı. En çok, hayatının ikinci yarısında evini yaptığı Güneybatı Amerika'nın çarpıcı büyük boyutlu çiçek tabloları, New York gökdelenleri  ve ikonik manzaralarıyla tanınan sanatçı özgür ve bağımsız bir kadındı. 

Georgia O’Keeffe, Radiator Building - Night, New York

“Amerikan Modernizm Anası”

“Bir ressam sözcükleri yürümeye çalışan bir bebek gibi kullanır. Bir resmi, bir sözcük yardımıyla tasvir etmektense resmin kendisinin konuşması daha iyidir.”

Ben sözcüklere güvenmem, sözcüklerle ben pek iyi arkadaş değiliz diyordu; Georgia O’Keeffe. O yüzden sözlerini tuvaline aktardı ve New York’ta yaşayan fotoğrafçı arkadaşı Anita Pollitzer’e resimlerini yolladı. Anita’da resimleri son derece meşhur bir fotoğrafçı ve Manhattan’daki 291 sanat galerisinin kurucusu ve sanat dünyasında önemli bir isim olan Alfred Stieglitz’e götürdü. Stieglitz, Henri Matisse, Auguste Rodin, Paul Cézanne ve Pablo Picasso’yu ilk kez Amerikan sanat izleyicisi ile buluşturmuş ve aynı zamanda sanat fotoğrafçılığını resim ve heykelle aynı seviyeye getirmek için çalışmaktaydı. 

Alfred Stieglitz 1905 yılında, fotoğrafın da artık sanat olarak kabul edildiği iki galerinin kurucusu oldu

Çocukluğunu Amerika’da, gençliğini ise ailesiyle birlikte göç ettikleri Almanya’da geçirmiştir. Yerel bir fotoğraf sanatçısının anahtarıyla açtığı karanlık odanın kapısını, profesyonel bir fotoğraf sanatçısı olarak sürdürür. Eğitim hayatını mühendis olarak tamamlar fakat makinasıyla kurduğu ilişkisini hiçbir zaman bırakmaz.

“Fotoğraf, önce bir tutku sonra bir saplantı halinde yaşamımdaki yerini almıştı.”

Alman ve yahudi bir aileye mensup olan Alfred, yirmili yaşlarının sonunda evlenir. Eşiyle Avrupa seyahetlerine gitmeye başlar, bu seyahatlerin amacı kendini bulmak ve özgün fotoğraflar çekmek için kendine ayırdığı alanları yaratabilmek içindir. Ve bir gün…

Alfred genç bir ressamın çizimlerinden çok etkilenir

Georgia O’Keeffe’in cesur kompozisyonlarından çok etkilenen Alfred, onları sergilemeye karar verir. Öyle ki sanatçının kendisi ile herhangi bir ön görüşmede bulunmadan eserlerini galerisinde sergiler. Georgia kendisine nezaketen de olsa sorulmamasına alınganlık gösterir ve galeriye gidip resimlerinin derhal indirilmesini söyler. Oysa Alfred çoktan karar vermiştir ve ikili hareretli bir tartışmaya girer, işte o sırada aşkın ilk tohumları yüreklerinde serpilmeye başlar.

Oysa Alfred, Emmeline Obermeyer ile evli ve bir çocukları vardır

Georgia’nın resimleri sergilenmeye devam eder ve aralarında önce iş, sonra aşkla devam eden yeni bir hayata adım atarlar. Georgia, Alfred’in kendisine çalışabileceği bir ofis ayarlama sözü ile New York’a taşınır. Ofisi sık sık ziyaret eden Alfred, O’Keeffe’in kendine has güzelliğinden etkilenir. Onu kamera önünde hayal eder ve ikili bu sayede birbirlerine iç dünyalarının gizemini açar. O’Keeffe, yalın, duru ve transparan bir şekilde Alfred’in objektifinin karşısına geçer. Birbirlerine sakladıkları bu dünyanın kapısının sır olacağını düşünür. Oysa Alfred için bunlar bir sanat harikasıdır.

Georgia O'Keeffe - Alfred Stieglitz

Emmeline’le artık hiç bir şey eskisi gibi değildir ve beklenen son gelir. Bu ayrılışı ressam Georgia O'Keeffe ile birleşmesi ile taçlandırır. 1924 yılında sadece yakın çevrelerinin katıldığı basit bir törenle evlenirler.

İlk yıllar çok güzel geçer. Birbirlerinin ilham kaynağı olarak ayrı ayrı ve birlikte pek çok esere imza atsalar da gerek ayrı şehir ve ülkelerden aldıkları sergi çağrıları gerekse çalışabilmek için yalnızlığı seçmeleri ara ara onları birbirinden uzaklaştırır. Mektuplaşmaları ise aralıksız devam eder.

Georgia’nın 1918’den 1925’e kadar -Nü resimlerden, bedeninin sadece bir kısmına odaklı pek çok fotoğrafını çeker. Özellikle de ellerini çekmeyi sever. Elleri bir objede, kendi üzerinde, boynunda, saçında olmak üzere yüzlerce fotoğraf…

Georgia O’Keeffe

Bu fotograflar tutkunun ve aşkın kanıtıdır. Bu fotoğraflar mahrem bir odanın anahtarıdır, bu fotoğraflar O’Keeffe’in Alfred’e olan aşkıdır. Genç kadın, bu iddialı pozlarının ondan habersiz bir sergiyle, tüm çıplaklığıyla ortaya serileceğini aklından dahi geçirmez.

Alfred, çıplak bir kadını daha önce hiç görünmediği bir şekilde yansıtmak ister. Oysa O’Keeffe, kendini sokağın ortasında tüm gözlerin onun üzerinde olmasıyla savunmasız hisseder. 

Belki de kadın anlamıyordu. Adam, onu meşhur etmek istiyordu…

Georgia O’Keeffe, Jimson Weed

Sanatçının cinsiyetini ön plana çıkaran bir strateji belirler onu kadın sanatçı olarak piyasaya tanıtır. O’Keeffe’in eserlerinde kadınlığı, dişiliği sayesinde nasıl derin duyguları deşifre ettiğini, olayları derinden duyumsadığını ve uçarı renk paletiyle narin duygularını nasıl resmettiğini anlatır. Sergi sansasyon yaratır ve bu durum Georgia’nin sanatında bir çığır açar. Alfred, kadının içinde uyuyan kadınlığı ortaya çıkarmıştır. Artık fırça darbeleri cürretkar olmuştur, çizdiği çicekler ise masumluğunu bir kenara bırakmıştır.

Georgia O’Keeffe, Red Canna

O’Keeffe artık Amerika’nın kadın Picassosu haline gelir.

Stieglitz’in yaptığı bu durum zamanla O’Keeffe’i rahatsız etmeye başlar. Belki de buna tepki olarak genellikle siyah beyaz renklerde giyinir, melon şapkalar, düz ayakkabılar, takım elbiseler giyer ve saçlarını sımsıkı toplar, hiç makyaj yapmaz. 

Georgia O’Keeffe sadece uyum göstermeye çalışır

Kocası’nın gözünde vakit geçirebileceği, sığınabileceği bir limandı. Çünkü onun gölgesinde yaşamaya mahkum hissediyordu. Özgür bir ruh olduğunu söyleyen adam ise, çağ dışı modern olduğunu savunuyordu. Oysa sadakatsizlik hangi yüzyılda modernlik sayılmıştı? Georgia’ı aldattı ve bunun tek şahidi Alfred’in fotoğraf makinası oldu.

Kendi ailesinin olduğunu savunan ve bu uğurda çocuk yapmak istemediğini söyleyen, üstüne üstlük bir başka kadınla eşini aldatan bir adamın karşısında artık kifayetsiz duramayan kadın Meksiya gitmeye karar verir. Arkadaşının yanında bir yıla yakın kalan Georgia uzun süre resim yapamaz, delicesine özlem duyduğu halde Alfred’e de dönemez ama onu özlemeden de geçirdiği tek bir günü bile yoktur.

Georgia O’Keeffe, New Mexico: A Sense of Place

Bu zaman zarfında bazı düşünceleri değişir. Alışkanlıklarının rüzgarında savrulan bir bağımlı gibi Alfred’e tutsak olduğununun farkına varır. Rüzgar eser, o ise yıllarca rüzgarın götürdüğü yere gider. Kendini her geçen gün biraz daha yanlız bıraktığının farkına varamaz. Olması gereken kişi olabilmesi için onsuz bir yol yokmuş gibi gelir. Hayatı, işi, her şeyi, sadece Alfred’dir. Ya da o öyle olduğuna dair kendini inandırmıştır.

Bir tutsaklık, bir hançer bu sevda

Kalbi sadece onu sevsede, sonsuza kadar sürecek olsada,

Gitmeli, bitmeliydi bu sevda…

Alfred ise, kalbi yüzünden bağlandığı bu güzel saplantısından yine kalbi yüzünden ayrılır. 1937’de yaşadığı kalp rahatsızlığı onu aktif bir fotoğrafçı olmaktan alı koyar. 

Georgia O’Keeffe ile tekrardan bir araya gelselerde, bu ataklar her defasında Alfred’i daha da güçsüzleştirmeye başlamıştır. Hayatının geri kalan kısmını tatil yaparak eşi Georgia O'Keeffe ile birlikte geçirir. 1946’da ezeli karanlık odasına dönmemek üzere giriş yapar. 

İkisi de başarılı oldu

İkisi de ayrı kulvarda, ama aynı yolda başarıyı yaşadı

Fakat birinden birinin başarısı erken söndü

Hayatın tuhaf olan yanı bu değil mi?

Aşk, yine kazandı…

Georgia O'Keeffe - Alfred Stieglitz

Georgia, eşinin ardından onun adına sergiler düzenledi. Onları National Gallery of Art’a bağışladı. Daha sonraları satışa sunulanlar arasında elbette en pahalıya alıcı bulanlar O’Keeffe fotoğrafları oldu. 

Yazı: Yasemen Çavuşoğlu



En Çok Okunanlar