f7c849f2-0101-48db-a188-b74f67246675.jpg

!f İstanbul, Sanatı Şifa Olarak Sundu | Yazan Begüm Erginbay

Begüm Erginbay

7 yıl önce


16. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, 16-26 Şubat 2017 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşti.
Şimdiki durak ise Ankara ve İzmir.





 

Festivalin bu yılki teması “İyileştiren Şeyler” olarak belirlenmiş. Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu durum karşında bir araya gelmeye ve “iyileştiren şeyler” ile iç içe olmaya ihtiyacımız olduğu aşikâr. İşte tam da bu noktada devreye !f Bağımsız Filmler Festivali giriyor. Sinema salonlarında bir araya gelen izleyiciler, filmlerle şifa buluyor. Özellikle sanatın iyileştirici gücüne inanlar için ise “Sanat Hayat İçindir!” bölümü beğeniye sunulmuş.
 
“Sanat Hayat İçindir!” bölümünde farklı belgesellere yer verilmiş. David Lynch hakkındaki belgeselde ünlü yönetmen ve ressamın yaşadığı küçük kasabada sahip olduğu büyük hayal dünyası anlatılmış. Maya Angelou hakkındaki belgeselde ise yazarın hayattaki azim ve başarı hikâyesine yer verilmiş. Tarihi, kültürel ve sanatsal olayların Angelou’nun hayatını nasıl şekillendirdiği ve karşılığında onun dünyaya olan katkıları gözler önüne serilmiş. Angelou yaptıklarıyla birçok insana özgürlük ve bağımsızlık yolunda ilham kaynağı oldu. Bence böylesine ilham verici hikâyelerin seyirciler üzerindeki iyileştirici gücü çok büyük.
 




 

Bende en çok etki bırakan belgesel ise “The Space in Between: Marina Abramović and Brazil/Marina Abramović Araf’ta” oldu. Belgesel, performans sanatının en ünlü isimlerinden Marina Abramović’in kişisel sorunlarına şifa aramak için Brezilya’daki kutsal ritüellerin peşine düşmesini konu alıyor.
 
Abramović, performanslarıyla fiziksel ve zihinsel potansiyelin sınırlarını keşfetmeye çalışan bir sanatçı olarak tanınıyor. Fakat bu sefer fiziksel bir sorun yüzünden değil, yaşadığı aşk acıları sonucunda ruhunda açılan yaraları kapatmak için bu meşakkatli yolculuğa çıkıyor. Her izleyen bundan bir ders çıkarabilir. Çünkü ruhun onarılması belki de bedenin onarılmasından çok daha zor, çok daha gerekli.
 




 

Bir psikoloğa gitmek veya ilaç kullanmak yerine Abramović doğal şifa yöntemlerini denemek için Brezilya’ya gidiyor. Filmin ilk sahneleri biraz korkutucu olabilir. Çünkü Abramović bir şifa evinde kendine God of John (Tanrı’nın John’u) diyen bir şifacı ile tanışıyor. Bu kişi, insanları bir araya getirip, arınmalarını sağladıktan sonra onları tedavi ediyor. Abramović de onun tedavi yöntemlerine tanıklık ediyor. Mesela hiçbir anestezi veya sterilizasyon olmadan keskin bir bıçak ile göz ameliyatı yapmasına yardım ediyor. O evde toplanan insanların oluşturduğu enerji akımının tedaviye katkı sağladığı söyleniyor.
 
Brezilya’nın başka bir bölgesinde Ayahuasca (özel bir bitkinin kaynatılmasıyla elde edilen ve halüsinasyonlara neden olan bir içecek) içtikten sonra, Abramović yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. O an yaşadığı şeylerin gerçekliğinden şüphe duymuyorsunuz. Marina Abramović’in bir performans sanatçısı olması işte bu esnada devreye giriyor. Çünkü bütün duyguları seyirciye filtresiz olarak geçirebiliyor.
 




 

Bir kültün iç dünyasına giren Abramović onların ritüelleriyle şifa aramaya devam ediyor. Bir kült üyesi iki adet yumurtayı Abramović’in vücudunda gezdirdikten sonra onları, elleriyle kırmasını istiyor. İlkini kolaylıkla kıran Abramović ikincisinde oldukça zorlanıyor. Kült üyesi yumurtanın onun kurtulmaya çalıştığı ruhsal sıkıntıları temsil ettiğini söylüyor. Bu noktada seyirci dışarıdan basit gibi görünen sorunların aslında ne kadar zorlu ve karmaşık olduğunun farkına varıyor.
 
Sonra görüyoruz ki sorunlar ne kadar zorlayıcı olsa da, çözüm aslında çok basit. Aradığımız tüm şifalar doğada gizli. Abramović şifacı yaşlı bir kadınla tanışıyor. Kadın küçüklüğünden beridir ormanda topladığı bitkilerle nasıl şifa dağıttığını anlatıyor. Okuma yazma bilmediğini belirten kadın, bitkileri içgüdüsel olarak topladığını söylüyor. Onu dinledikten sonra eve gelip bütün ilaçları çöpe atmak ve şehirden uzaklaşıp doğaya yakın bir yere taşınmak istiyorsunuz.
 





Bütün bu deneyimlerin ardından Marina Abramović de bunu vurguluyor. Doğaya yönelmenin, şifa bulma yolundaki nihai yanıt olduğunu ortaya koyuyor. Bu yüzden de şehirlerde sanata olan ihtiyacı hatırlatıyor. Sanat sayesinde doğadan kazandığı deneyimleri şehre aktarabileceğini düşünüyor. Bunun içinde insanları, doğanın bir parçası olan kristal minerallerle bir araya getirdiği bir gösteri yapıyor. Ziyaretçiler gürültü önleyici kulaklıkları taktıktan sonra kafalarını kristal minerallerden oluşturulmuş duvarlara yaslıyor. Kristal minerallere yaslanan insanlar şehrin, ülkenin hatta dünyanın kaosundan uzaklaşıp, ruhlarının doğayla buluşup şifa bulmasına izin veriyor. Aynı Abramović’in sanatı şehre taşıyıp ruhları iyileştirmeye çalışması gibi !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali de bu yıl bizi filmlerle ve sanatla buluşturarak şifa bulmamızı sağladı.





Yazı: Begüm Erginbay
 



En Çok Okunanlar