f2af643b-1f2b-4576-a0c7-c8029d8139a4.png

Marina Abramović Kraliyet Sanat Akademisi’nde Retrospektif Sergi Açan İlk Kadın Sanatçı Oldu! I Yazan Nurdan Ateş

Nurdan Ateş

4 ay önce

Sınırları zorlayan performans sanatının büyükannesi Marina Abramović, yine bir ilke imza atarak Kraliyet Sanat Akademisi’nde (Royal Academy of Arts) retrospektif sergi açan ilk kadın sanatçı olma şansına sahip oldu.

Pandemiden önce RA’de planlanan bu önemli sergi maalesef pandemi dolayısıyla ertelendi ve takvimsel olarak Sabancı Müzesi’nde Türk sanatseverlerle buluşma şansını buldu.  24 eylül 2023 yılında İngiliz sanatseverlerle buluşan sanatçının retrospektif sergisi aynı zamanda RA için bir ilk. Bugüne kadar dünyaca ünlü birçok sanatçının retrospektif sergisine ev sahipliği yapan kurumda hiç kadın bir sanatçının retrospektif sergisine yer verilmemiş. Bu sergi ile sanatçı yine sınırları zorladı ve RA‘n retrospektif sergisi düzenlediği ilk kadın sanatçısı olma şansını elde etti.

Bu dönemde yaşadığım bir aksilik sonucu ayağımda meydana gelen kırık sebebiyle sergiyi görebilme şansına 2 aylık bir gecikme ile aralık ayında sahip olabildim. 

Kocaman rom walker’larımı bir tarafa atarak kendimi RA‘nin büyülü binasında atmanın zevki inanın paha biçilemezdi.

Dadaizm ‘in öncülerinden Marcel Duchamp’ın günlük hayattan hazır bir nesneyi bize bir sanat ürünü olarak sunmasının ardından sanat tarihinde çok önemli bir dönüm noktası yaşanmış dersek çok abartmış olmayız sanırım. 1960’lardan sonra Dada sanatçılarının sürrealist, fütürist ve oldukça cesur avangard tavırlarından cesaretle yola çıkan performans sanatı ve sanatçıları ortaya koydukları manifestolarıyla sanata yeni bir yaklaşım ve soluk kazandırdı. Sanatçının sergilemek istediği düşüncesi bir mekânda ortaya konur. Sanatçının  bireysel eylemlerine  bağlı olarak sergilediği bir sonraki happening‘lerin, Fluxus’ların belirsizliği bu sanatı çarpıcı kılan ve izleyiciyi performansa yoğunlaştıran en önemli etken sanırım. 1960-1970 yıllarında sanat çevrelerinde oldukça rağbet gören performans sanat akımın öncülerinden, babaannesi lakaplı Marina Abramović 2. Dünya savaşı sonrası 1946 yılında şimdilerde Sırbistan olan Yugoslavya’nın Belgrad şehrinde dünyaya gelir. Ebeveynleri 2.Dünya Savaşı’nda Partizan savaşçılarından, Tito’nun halk kahramanı ünvanıyla ödüllendirdiği Vojin ve Danica Abramovic’in kızı olan Marina‘nın doğum gününüde 29 Kasım yani Yugoslavya’nın Cumhuriyet Bayramı olarak belirlerler. Hastalıklı bir çocukluk dönemi geçiren sanatçı 8 aylıkken çok dindar ve ruhani bir kişilik olan büyükannesi ile yaşamaya başlar. 1952’de erkek kardeşinin doğmasıyla anne babasının yanına dönen Marina için sıkıntılı donem başlamıştır. Anne baba arasında yaşanan tartışmalar, annesinin katı ve şiddete dayalı terbiye yöntemi ve babasının 17 yaşında onları terk etmesi sanatçının genel ruh hali hakkında hepimize ufak ipuçları verir gibi sanki.

Annesinin Kültür Bakanlığı’nda çalışması sebebiyle sanat çevreleri ile tanışan genç Marina annesi ile Venedik Bienallerini izleme şansına sahip olur. 14 yaşında babasının doğum günü hediyesi olarak sanatçı dostları Filo Filipović'ten resim dersleri aldırır ve evde kendine ait bir stüdyo kurar. 1965 yılında Belgrad Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne yazılır. Bu dönemde soyut sanatla oldukça ilgilidir. Doğuştan politik bir çevre içinde büyümesi sebebiyle akademinin Komünist Partisi başkanı olur ve Tito hükümetinin uyguladığı bazı ekonomik reformları eleştirmek için protestolara katılır. Bu protestolar sırasında Komünist Partisi Genel Merkezi’ni işgal eden bir grup kavramsal sanat öğrencisi ile tanışma fırsatı bulur. Binanın yenilenerek bir sanat merkezine dönüştürülmesini talep eden gençler Tito’dan istediklerini alırlar ve protestolar sona erer. Bu grupla ilişkini koparmayan Marina sık sık bir araya gelerek sanat tartışmalarına katılır. Bu dönem genç sanatçı 2 performans gösteri için fikir üretir fakat Belgrad Gençlik Merkezi tarafından reddedilir.

1970 yılında mezun olan sanatçı ressam Krsto Hegedušić'in (1901-1975) yanında eğitim alarak Zagreb'deki Güzel Sanatlar Akademisi'ne yüksek lisans eğitimi için kaydolur. 1971 yılında Belgrad'a geri dönen genç sanatçı devletin düzenlediği Ekim Salonu Sergileri’ne alternatif olarak planlanan öğrenci kültür merkezinde bir sergiye katılır. Bu sergide doğadan gelen seslerin kayıtlarını kullanarak ilk defa maddesel olmayan bir sanat icra eder. Aynı dönem kavramsal sanatçı Neša Paripović ile evlenir. Evliliği boyunca da annesinin katı kuralları hayatında hep ama hep yer alır. 

1973 yılında bir grup Yugoslav sanatçı arkadaşıyla İskoçya’ya gider ve burada Edinburgh Festivali'nde Ritim 10'u seslendirir. Bu onun ilk performansıydı ve sanatçının kendi deyimi ile “Bu kendimi ifade etme aracımı bulduğumu fark ettiğim andı.” Festivalde Joseph Beuys ile tanışır ve çok etkilenir. Ertesi yıl, Rhythm serisinde insan vücudunun sınırlarını araştıran dört eser daha perfome eder ve Novi Sad'daki sanat akademisinde dersler vermeye başlar. 1975‘te büyük aşkı sanatçı Ulay (Frank Uwe Laysiepen 1943-2020) ile Amsterdam’da uluslararası performans sanatçılarının düzenlediği bir etkinlikte tanışır. 1976‘da eşinden boşanır ve Amsterdam’a taşınır ve Ulay‘la yaşamaya başlar. Duygusal ilişkilerinin yanı sıra beraber sanatlarını icra ederler.

Rhythm 0 (1974), Abramović'in, halkın istediği gibi kullanabileceği, acı ve zevke gönderme yapan 72 maddeden oluşan bir masanın yanında sekiz saat boyunca hareketsiz durur. Bedenini üzerinde hareket edilecek bir nesne olarak izleyiciye sunar. Başlangıçta tereddüt eden bazı izleyiciler, sanatçıyı beline kadar soyarak, derisini keserek ve hatta boynuna silah dayayacak kadar şiddete başvururken gözünün yaşını silenlerde yok değildir. Gösteri bittiğinde ve Abramović serbest kaldığında bu şiddeti uygulayan halk galerilerden kaçar. Bu deneyimin yarattığı travma sanatçının saçının bir bölümünü beyazlamasına neden olur. 

Abramovic ve Ulay sanata ve hayata dair değerlerini kaleme aldıkları Art Vital manifestosunu yazarlar. İkili köpekleri Alba ile Citroen bir minibüste yaşayarak 3 yıl boyunca seyahat ederek sanatlarını Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde icra ederler. 1977 yılı Haziran ayında Bologna'daki Galleria Comunale d'Arte Moderna'da Imponderabilia performansı sergilenirken, ziyaretçilerin galeriye girmek için geçmesi gereken çıplak 'yaşayan kapılar' olarak bir performans ortaya koyarlar. Polis, müstehcenlik gerekçesiyle performansı üç saat boyunca keser.

Performansın video ve foto çekimi yasak olduğundan maalesef RA‘nin sayfasındaki görselden faydalanıyorum.

Kendi deyimi ile “Sanatçılar olmadan müzeler olamaz, Ulay ve ben bu performansımızla çıplak bedenlerimizi müzenin kapısı olarak sergiledik. Ama görüyorum ki 70‘lerden beri hep aynı çıplaklık eleştirisi ve çıplaklığa duyulan hassaslık. Halbuki ilk çağlardan bugüne duvar resimlerinde, Rönesans’ta çıplaklık hep var ve hep sanatın bir parçası”

1980’lerde Amsterdam’da Ulay ile bilinçaltını keşfetmek amacıyla hipnoz eğitimi alırlar ve bu çalışmalar neticesinde enerjilerinin benlik adını verdikleri üçüncü bir varoluşa doğru birleştiğini hissederler. “That Self” kavramı Dublin’deki İrlanda Ulusal Galerisi’nde sergilenen Rest Energy dahil olmak üzere 4 yeni performans serisinin temelini oluşturur. Bu arada çift performans pratiklerinin yanı sıra video ve fotoğraflarla çalışma pratiklerini sanatlarında kullanırlar. Aynı sene minibüslerini satıp Avustralya’ya uçarlar ve 6 ay Alice Springs yakınlarında Aborgin Pitjantjatjara halkı ile yaşarlar. Sanatçı kırsalda dönüştürücü bir deneyimle  yoksulluk, imkansızlık ve huzur arasındaki duyguyu deneyimliyor. Bu arada aklına Çin Seddi’nde bir performans sunmak geliyor. 1981 yılında hipnoz ve Avustralya aborjinlerinleriyle yaşadıkları deneyimlerden ilhamla yeni performanslar deneyimlerler. “For Nightsea Crossing” performanslarında bir mekanı bedenleri, eylemleri ile doldurmak yerine zihinleri ile doldurmak amacıyla bir aralarında bir masa olmak üzere yüz yüze otururlar. Bu performans Dünya çapında galerilerde 90 defa yapılması planlanıyor, hareketsiz saatlerce oturmanın verdiği acı tahminlerinin çok ötesinde oluyor ki Ulay pek çok kez performansı terk ediyor.

1982‘de Ulay’la birlikte Hindistan’daki Bodh Gaya’ya giderler ve burada Dalai Lama ve Kyabje Ling Rinpoche ile tanışırlar. 10 günlük vipassana meditasyonu inzivasına katılırlar. Bu inziva devam eden “Gece denizi geçisi “motivasyonlarına ilham kaynağı olur. 1985’te San Francisco‘da 2 aylık bir kursa eğitim amacıyla davet edilir.

27 Haziran 1988’de Abramović ve Ulay Çin Seddi'nde buluştular ve doksan gün boyunca zıt uçlardan birbirlerine doğru yürüdüler. Önceki yıllarda Abramović ve Ulay doğrudan bedenlerini kullanmadan sanat üretirler. Güneş ve Ay'ın (1987) vücut ölçeğindeki vazoları birbirine zıttır: biri mat ve yansıtıcı değildir, diğeri ise parlak ve yansıtıcıdır. Çiftin birçok eserinde mevcut olan ikililik ve ortak yaşam temalarında geçer, ancak aynı zamanda sanatsal ve kişisel bağlantılarının kopuşuna da işaret eder. Abramović şunu fark etti: “Vazolar bizi ve artık birlikte performans sergileyemeyeceğimizi temsil ediyordu.”

İlişkilerinin sonu Abramović için yaratıcı bir dönüm noktasına dönüşür. Duvarda yürürken, büyük miktarda jeolojik ve insan enerjisi taşıyan taşları, seyahat ederken yaptığı sürtünmeler, bu enerjiyle sanatsal olarak ilgilenmeye duyduğu hayranlığı fark ederek yeni fikirlerle ve  daha fazla keşfetmeye hazır olarak Amsterdam'daki evine döndü..

1986‘da Ulay la Çin Seddi projesine hazırlık amacıyla Çin’e seyahat düzenlerler. Çin yetkilileri sonunda Abramovic ve Ulay’ın bu yürüyüşüne izin verirler. Bu yürürüş sonunda çift evlilik planları yaparken Ulay’ın başka bir kadınla aldatıp, üstüne bir bebek beklemesi planları altüst eder. 30 Mart’ta Abramovic duvarın doğu ucundan, Ulay batı ucundan yola çıkar, 90 günlük yolculuk sonunda 27 Haziran’da buluşan çift kucaklaşır ve bir daha asla bir araya gelmeyecek şekilde özel ve sanatsal birlikteliklerine son verir. Ulay  evlenir, geri dönen Marina Binnenkant 21’e yerleşir ve Büyük Duvar yürüyüşünden aldığı ilhamla yeni çalışmaları üzerine yoğunlaşır. 

1989 yılında Londra’da Victoria Miro Galeri’de 13 sene sonra ilk solo çalışmasını sergiler. Transitory Object ismini verdiği kristal ve minerallerden yapılmış mobilya benzeri heykeller ile performanstan ziyade izleyicinin katılımı planlanıyor. 7 sene boyunca geçici nesneler üzerinde çalışıyor ve bu kristalleri elde etmek için birkaç kez Brezilya'ya gidiyor.

Shoes for Departure (1991-2015)

Çıplak ayakla giyin, gözlerinizi kapatın ve yolculuğa başlayın.

Benim gibi hiperaktif biri için en büyük eziyet olabilir sanırım. Hiçbir şey yapmadan sadece uzanmak…

1989, Red Dragon ve White Dragon, izleyiciler sessizce buz gibi soğuk mermerin üzerinde sessizliği deneyimliyor.

İnner Sky, 1991-2015, sanatçının çeşitli bölgelerden edindiği kristal ve mineraller kullanarak yaptığı çalışması.

Mayıs 1990’da Modern Art Oxford’a davet edilir ve Ulay’la ayrılığının ardından halka açık ilk solo performansı Dragon Head’i sergiler.

1991-98 yılları arasında Abramović, Berlin'deki Sanat Üniversitesi, Paris'teki Ecole des Beaux-Arts ve Braunschweig'deki Hochschule für Bildende Künste'de öğretim görevlisi olarak görev alır.

1997 Venedik Bienali'ndeki Yugoslav pavyonu için bir çalışma yapması için davet edilen Abramović, kültür bakanlığının baskıları sonucu çekilir bunun yerine Giardini'deki İtalyan pavyonunun bodrumunda Balkan Barok sanatını icra eder ve büyük sansasyon yaratır. Bu performansı ile Altın Aslan Ödülü verilir. 

Babası Vojin Abramović vefatından sonra onun anısına, kişisel biyografisini babasının yaşadığı tarihi olayların daha geniş bir yansımasıyla birleştirerek The Hero'yu (2001) yarattı. Sanatçı beyaz bir atın üzerinde otururken Yugoslavya milli marşının mersiye niteliğindeki bir düzenlemesi söyleniyor.

1976 yılında ayrıldığı Balkan topraklarına bağlılığından hiç vazgeçmeyen sanatçı, Balkan kimliğinin aşırı şiddet ve erotizmle bağlantılı olduğu yönündeki algısı, çalışmalarına hep yansıdı.

Yugoslavya'nın 1991'de başlayan parçalanmasının ardından, on yıl boyunca Balkanlar'da yaşanan şiddetli çatışmalara yanıt olarak tasarlanan bu eylem, umutsuz da olsa, savaşın dehşetini temizleme ritüelini kemik yığınlarını tek tek yıkayarak gösterdi.

2002 yılında Abramović New York'a taşınır. Sean Kelly Gallery’de ‘The House with the Ocean View’ performansını sergiler. Galeride inşa edilmiş ziyaretçiler ile arasında basamakları bıçak olan merdivenlerle ayrılmış yerde on iki gün boyunca konuşmadan ve yemek yemeden yaşar. 2003 yılında bu performansı ile Performans Enstalasyonu ve Yeni medya kategorisinde Bessie Ödülünü alır. 2004'te Chicago Sanat Enstitüsü tarafından Fahri Doktora unvanı verilir, aynı yıl New York'taki Whitney Bienali'ne yer alır. 

2005 yılında Ny Guggenheim Müzesi'nde “Seven Easy Pieces’’ eserini sergiler ve bu çalışması ile Amerika Birleşik Devletleri Sanat Eleştirmenleri Birliği tarafından 2005-06 yılı En İyi Time -Based Art, Zamana Dayalı Sanat ödülüne layık görülür.

2010 yılında Ny Moma’da Retrospektif sergisi “The Artist is Present’’ sergisi büyük ses getirir. Performans öncesinde Art in America dergisi yazar ve editörü David Ebony “Sanat dünyasının divası olarak adlandırılmayı hak eden biri varsa, kuşkusuz Marina Abramović‘tir.’’ demiştir. Fikir basitti ziyaretçileri, istedikleri süre boyunca sanatçının karşısında sessizce oturmaya davet etmek. Ünlü ünsüz 1500’den fazla kişi kapıda kuyruklar oluşturur. Serginin küratörü Klaus Biesenbach Moma’nın müthiş avlusuna bakarak sanatçının kimi zaman tek oturacağını düşünse de ciddi yanılıyor olacaktı. 75 gün, 716 saat sanatçı tek başına olmayacaktı... Kimler oturmadı ki haberci Amanpour’dan Bjork‘e, Patti Smith’den Sharon Stone‘a daha adını sayamadığım pek çok ünlü, ünsüz kişi bu deneyimi yaşamak için kuyruklarda bekledi. Bu sergiyle birlikte ilk kez sanatçının daha önce gerçekleştiği eserleri, Marina Abramović Instıtute (MAI) genç öğrencileri  tarafından tekrar sunulur ve böylece izleyiciler sanatçının geçmiş performansını tekrar canlı deneyimleme şansına sahip olurlar.

  

Hem The Artist is Present hem de Rhythm O'da izleyicinin duyguları sanatçıya bire bir  yansıtırken; farklı olan, sağladığı araçlar ve çerçeveydi. Fiziksel etkileşim ve saldırganlık noktasından dinginlik ve ruhsal bağlantıya kadar bu iki performans arasındaki yolculuk, Abramović'in pratiğinin en güzel anlatımı. 

2017-19 Retrospektif sergisi “The Cleaner” Stockholm Modern Sanatlar Müzesi’nde açılır ve pek çok ülkeyi gezer. 2019-20 arası dijital ögeler ile fiziksel dünyayı birleştiren karma gerçeklik çalışmaları “The Life“ gerçekleştirilir. Ekim 2020 ‘de Londra’da Christie's'de açık artırmada satılan ilk karma gerçeklik çalışması olmuştur.

 

11 aralık günü, sanatçı RA’nin avlusunda sanatseverle buluşan sanatçı “Unconditional Love” performansı ile “Sevgi dolu pozitif enerjiden oluşan bir şelale yaratalım” derken.

1 Ocak 2024 tarihine kadar devam edecek sergiyi görmeniz için az bir zaman var. Yolu yeni yıl için Londra’ya düşecek olanlara şiddetle tavsiye ederim.

Yazı ve Fotoğraflar: Nurdan Ateş



En Çok Okunanlar