f7c849f2-0101-48db-a188-b74f67246675.jpg

René Magritte‘in Gerçeküstü Sanatı | Yazan Zeynep Dikmen

Zeynep Dikmen

3 yıl önce

İnsanın tarihinde sanat, ilk oluşumlarını verdiği günden beri durmaksızın değişir. Bazen geçmişinden bazen de geleceğin gücünden beslenir. Fakat değişim çizgisinde öyle noktalar vardır ki çok keskin, geri dönülmez kırılmalar yaşatır. İşte bu açıdan 20. yüzyıl, eşi görülmemiş yenilikleri getirip Batı sanatını bambaşka bir yöne iter. Temel kurallar veya kullanılan malzemelerdeki farklılaşma bir yana, sanatın ne olduğuna dair öncesiz anlayışlar, yerleşik algıyı yerle bir eder. Bu önlemez değişimlerde Dadacıların rolü büyüktür. Akıl karıştırmayı seven bu grup, sonsuz bir fitili ateşler.

Dada’dan alınan ivmeyle ve iki büyük dünya savaşını sığdıran bu yüzyıl insanın kendi iç dünyasına dönmesiyle yeni sanat akımlarının kapıları aralanır. Sürrealizm, yani Gerçeküstücülükte temsil edilen, akıldışı bir dünyadır. Sanatçının bilinçaltı en büyük kaynaklardandır ve bu akımda mantığa yer yoktur.

Aşıklar, 1928    

Belçikalı sanatçı René Magritte, simgesel ve göz yanıltıcı çalışmalarıyla Gerçeküstücülüğün hakkını verir. Fakat aranan mantıksızlık için onun tercihleri fazlasıyla mantıklı olanlardır. Sade kompozisyonlarında yer verdiği figürler ve sanatçının form anlayışı oldukça normal ve hatta sıradan denilebilecek kadar gerçekçidir. O zaman neden onun resimleri gerçekçi değildir?

Gerçekçiliğin özünde “Ne görüyorsan onu alırsın!” ilkesi yatar. Amaç, olanı olduğu gibi göstermektir ve bunun için belli başlı özelliklere gereksinim duyulur. Halbuki Margitte’in hiç de böyle bir niyeti yoktur. Evet, onun resimlerinde her şey gerçeğe çok yakındır ama zaten bizi sarsan, algıyı gerçeğin üstüne taşıyan da onlardır. Olağan şeyleri alışılagelmişin dışında kurgular. Çünkü o, imgeyle imgeden beklenen arasındaki bağı irdeler.

Sonsuz Tanışma, 1963    

Örneğin, arkadaşının verdiği sipariş üzerine kendi portresini yapar. Bir portreden ne beklenir? Her şeyden önce resme konu olan kişinin yüzünün görülmesi istenir ki burada söz konusu olan Magritte’in kendisidir. Gelin görün ki otoportresinde, tam da yüzünün olduğu yerde bir elma havada asılır durur. Gözlerinin ve dudaklarının yerine dair fikir vermenin ötesine geçmeyecek kadar onu gizler ki sanatçının mesajı da budur.

İnsanın Oğlu, 1964 

Görünen her şeyin başka bir şeyi gizlediğini ve bizim de bu gizlenene ulaşmayı istediğimizi söyler. Madem arkadaşı, Magritte’in bir portresini sipariş etmiştir, yani onun yüzünü görmek istemiştir, Magritte de onun bu arzusuna, başka bir arzuyu dile getirerek karşılık verir. Bunun bir otoportre, yani elmanın ardında gizlenenin sanatçının yüzü olduğuna dair tek kanıtsa, simgesi haline gelecek süreklilikte taktığı melon şapkasıdır.

Gerçeklikle oynadığı bir diğer çalışması da İmgelerin İhaneti’dir. Fakat burada, kompozisyonunun sarsıcı unsuru, zemin üzerindeki beklenmedik konumlamalar değildir.

İmgelerin İhaneti, 1928-29

Gerçeğine oldukça sadık kalınarak yapılmış bir piponun altında kısa bir cümle yer alır: “N’est pas une pipe./ Bu bir pipo değildir.” Peki pipo değilse nedir? Magritte, konu ettiği nesneyi tam anlamıyla algılamamızı sağlayan gerçekçilikte bir imge sunar. Resim, adeta o nesnenin tanıtıcı bir görseli gibidir. Fakat altına net, karşı gelmeye tereddüt edecek kadar kesin bir yargıyla da bu gerçekliği reddeder. Bunun sonucunda zihnimizde, görünen ve okunan arasında bir iç savaş başlar.  Halbuki o, imgenin veya sözcüklerin nesnenin yerine geçemeyeceğini hatırlatır aslında. Evet, bu bir pipo değildir; çünkü bu piponun resmidir.

Donakalan Zaman, 1938    

"Benim resimlerim hiçbir şey anlatmayan görsel imgelerdir. Akla gizemi getirirler. Doğrusunu isterseniz, benim resimlerimi gören biri kendi kendine şu basit soruyu sorar: 'Bunun manası ne?' O resmin bir manası yoktur. Çünkü zaten gizem de aslında hiçbir şeydir, bilinmeyendir." der ve gerçeğin olağandışı gizeminde, görünenle zihin arasındaki beklenilmeyen iletişiminin sanatına hayat verir.

Yazı: Zeynep Dikmen



En Çok Okunanlar