f7c849f2-0101-48db-a188-b74f67246675.jpg

Collection Pinault - İlk perde : Açılış | Yazan Seylan Kandak

Seylan Kandak

2 yıl önce

Paris’teki Ticaret Borsası (Bourse de Commerce) binası artık iş insanı François Pinault’nun 40 yıldır topladığı eserlere ev sahipliği yapıyor. Açılış (Ouverture) adını taşıyan ve 60’lı yıllardan günümüze geniş bir yelpazede çağdaş sanat eserlerinden bir seçki sunan binadaki ilk sergi, sanat eleştirmenlerine ve basına göre, Pinault koleksiyonunun çok ufak bir parçası ve göreceğimiz nice sanat eserlerinin habercisi.

Bourse de commerce binası, 16. yüzyıldan bu yana farklı amaçlarla kullanılmış: Binanın Catherine de Medicis’nin yaptırdığı bir kolonla başlayan hikayesi, 18. yüzyılda buğday ambarına, 19. yüzyılda esnafın fiyat konuştuğu bir toplanma yerine ve ardından da ticaret borsasına dönüşmesiyle devam etmiş. Yine 19. Yüzyılda, yapının kubbesinin iç kısmına, dönemin ticaret piyasasını anlatan rölyef heykeller eklenmiş. 20. yüzyılda binanın alt katlarındaki alanlar depo olarak kullanılmış ve son olarak Pinault’nun önderliğindeki yenilenme çalışmasıyla çağdaş sanat müzesi halini almış. 

Bina, sergi alanı kimliğine günümüzün en tanınmış mimar ve sanatçılarından Tadao Ando’nun dokunuşlarıyla kavuşmuş. Ando’nun bize sunduğu yeni deneyim, binanın var olan sirküler mimarisinin altını çizen ve yine aynı silindirik forma sahip olan beton bir duvardan kaynak alıyor. Binanın içine, kubbenin altına yapılan bu yeni ekleme sayesinde oluşan dairesel iç ve dış alanlar binaya, eserler arasında kolay geçiş imkânı ve ferahlığın yanı sıra eserleri birbirinden ayıran özel mekanlar sunabilme özelliği kazandırmış.

Pinault koleksiyonunda neler olduğuna baktığımızdaysa yıllar süren son derece planlı bir çalışmaya tanık oluyoruz. Koleksiyonerin vizyonu en başından beri toplanan eserlerin bir müzede toplanması olsa gerek zira bir koleksiyoner sadece kendi zevki için eser edindiğinde, aynı sanatçıdan onlarca eser toplamaya odaklanmaz. Pinault koleksiyonundaysa hemen hemen her sanatçının birden fazla eseri ve kimilerininse kendi adına ayrı bir salonda sergilenebilecek kadar çok sayıda çalışması bulunuyor. Pinault bu konuda şöyle diyor: “Sanatın kendine ve bizlere yönelttiği soruları toplumla paylaşmak: İçine atıldığım/ Başlattığım kültürel projenin anlamı da bu.” Bu bağlamda Pinault, sorunsalları daha iyi yansıtabilmek ve halkla sanatçı arasında köprü olabilmek için müze projesindeki ilk sergide koleksiyonundaki sanatçılarla birlikte çalışmış.

Paris’te sergilenen sanatçılardan ilk ve en göze çarpanı Bertrand Lavier. Sanatçı belli ki Pinault koleksiyonunda özel bir yere sahip. Sergileme alanında en büyük alan kendisine tahsis edilmiş. 1889’dan beri borsa kubbesinin nabzını tutan antika vitrinlerde Lavier’nin günlük hayattan ve yüksek sanattan koparıp aldığı objeler bulunuyor. Sanatçı objeleri günlük kullanımının dışına taşıyıp sanat eseri haline getiriyor. Bu objeler arasında ezilmiş motosiklet de var kat kat boyayla kaplanmış müzik enstrümanı ve yangın tüpü de. Lavier, böylece objeyi anlamından ve kullanımından soyutlayarak ona yeni, esprili ve eleştirel bir anlam kazandırıyor.

Görkemli kubbenin tam altında, ana sergi alanında, Urs Fischer’in İtalyan Rönesansı’na atıfta bulunan Giambologna’nın Sabinli Kadınların Kaçırılması (The Abduction of the Sabine Women 1579-1582) eserinin birebir kopyası olan dev heykeli tüm heybetiyle yükseliyor. Ancak, heykelin etrafında daha modern heykeller var, antikadan ofis mobilyasına hatta plastik bahçe sandalyesine farklı boy ve şekilde koltuklar göze çarpıyor. Biraz yaklaştığınızda heykel grubunun yer yer deforme olduğu fark ediyorsunuz. Bir koku ve hafif bir ışık algılanıyor. İyiden iyiye yaklaştığınızda ise, mükemmel bir işçilikle mermer, plastik, tahta, deri gibi farklı malzemeler taklit edilerek sirden yapılmış mum heykellerin önceden yakılmış fitiller nedeniyle için için eriyerek şekil değiştirdiği, azaldığı, eriyip bittiği görülüyor. Urs Fischer’ın yerleştirmesi modern dünyayı sorguluyor. Parafinin madesinin erimesi ve dönüşmesi kırılganlığa, geçen zamana, incelikle yapılanın doğanın tesadüfleriyle sınanmasına, formun formsuzluğa ulaşmasına, yaratıcı bir yıkıma işaret ediyor. 

Müze mekânın içinde bulunan tüm eserleri bir yazıda incelemek mümkün olmayacak ama ben bina ve sergi açısından çok önemli gördüğüm iki eserden daha söz etmek istiyorum.

Binadaki her sergi alanının kenarında öylece duran sandalyeler mevcut. Bu eski müze sorumlularının oturduklarına benzer sandalyelerin üzerlerinde kâh bir yastık kâh eski ayakkabılar, kâh kitaplar bırakılmış. Bulunduğu yerde biraz anlamsız duran yerini bulamamış bu objeler sanki birkaç saniye önce birisi ona yaslanıp oturuyormuş, biri kitabını bırakıp molaya çıkmış veya biri beli ağrıdığı için sırtına koyduğu yastığı unutmuş gibi bir izlenim veriyor. Bedenin yokluğu aslında bize insanı düşündürüyor. Bence yerleştirmesi en iyi düşünülmüş işlerden biri. Dikkatsiz biri Tatiana Trouvé’nin mermer heykellerini hiç fark etmeden geçebilir. Tabii tersi durumda gerçekçi heykellerin keşfi insana büyük bir haz veriyor.

Binanın orta bölümünde en üst katın iç balkonlarında bir boşluk bulup içeri girmiş ve korkuluklara konmuş güvercinler duruyor. Kimisi eşiniyor, kimisi kanatlarını kaldırmış, kimi etrafı izliyor ve yemleniyor. Maurizio Cattelan’ın Others (Ötekiler) eseri işte bize bu izlenimi veren aslında farklı pozisyonlarda sabit duran 52 adet doldurulmuş güvercinden oluşuyor. Eser hem heykel, hem doğanın parçası, hem eser, hem de hayatın paçası gibi. Cattelan’nın yerleştirmesi hem izleyiciyle hem de mimari eserle iletişim içinde. Sergi kataloğunda belirtildiği gibi doğa ve kültür, canlı ve suni, gerçek ve sahte birbirine karışıyor.

Sergi kataloğundan bahsetmişken, çağdaş sanata ilgi duyan ve sergileri takip eden bir sanat okur yazarı arkadaşımın yorumunu hak vererek buraya taşımak istiyorum. Sanat izleyicisi artık daha bilinçli ve daha çok geziyor. Genel olarak müzeler ve sergi mekanları da eskiden olduğu gibi sadece eser ve sanatçı adıyla tanıtımı geçiştirmemek için bir süredir hem eser yanındaki yazılı açıklamaları uzun tutuyor hem de çağın teknolojisine uymak için QR kodlarla daha da uzun açıklamaları izleyicilerin bilgisine sunuyor. Tüm bunlara bir de girişte dağıtılan çok detaylı ve her işin özünü anlatan broşürler eklenince, bilinçli olma kaygısındaki izleyici esere mi baksam, metin mi okusam, internete bağlanıp QR kodun içeriğiyle mi ilgilensem, eser plaketi önündeki kuyruğu bekleyip belki kaçırdığım bilgi varsa onu da mı alsam derken iş biraz tatsızlaşıyor. Kaldı ki sanat yapılıp ortaya konduğu andan itibaren sanatçının malı olmaktan çıkıp görene ait oluyor. Sanat, herkesin öznel kriterleriyle değerlendirmesi ve kendi anlamını çıkarması gereken bir alan. İzleyicinin ne düşüneceğine müdahale etmek yersiz. Günümüzde verilen metinlerin zengin içeriği insanları doğru olan tek bir düşünceyle sınırlıyor ve sorgulama ya da yorum yapma, sanatın birinci amacı olan tartışma yaratma özelliğini ortadan kaldırıyor. Ben özgür kalmak için eserleri metinlerden bağımsız gezmeyi tercih ediyorum, siz de bana katılır mısınız?

Yazı ve Fotoğraflar: Seylan Kandak



En Çok Okunanlar