f2af643b-1f2b-4576-a0c7-c8029d8139a4.png

Franz Kafka ve Milena Jesenska: Mektupların İçindeki Aşk | Yazan Yasemen Çavuşoğlu

Yasemen Çavuşoğlu

3 yıl önce

Yalnızlık onun dipsiz kuyusu. Çünkü Franz, yalnızlık sözcüğünü iliklerine kadar gerçekten yaşamıştır. Ya da belki  yalnız kalmayı kendisi tercih etmiştir.

3 Temmuz 1883’te Prag’da Herman ve Julia Kafka’nın altı çocuğunun ilki olarak dünyaya gelmiştir. Kötü bir çocukluk dönemi geçiren Kafka, babasıyla hiçbir zaman iyi anlaşamamış, hatta ona duyduğu nefret ileride kendini de bir hiç olarak görmesine yol açacak kadar büyükmüş. Eserlerinde babasıyla olan ilişkisini hem acı hem de nefret dolu sözlerle sık sık dile getirmiş Kafka. İlk olarak babasında gördüğü diktatörlükten ne kadar nefret ettiğini vurgulamış ve otoriteyi hiçbir zaman sevmemiş.

Yüzü hiç gülmeyen bir “Yalnız adam”

20. Yüzyılın modern Alman edebiyatının öncülerinden biridir. Çoğumuzun kader diyerek katlandığı ayrılıkları yüreğinin acısıyla, batık bir gemi olarak betimler. Hiç kuşkusuz tarihteki büyük aşkların hemen hepsinin sonunda olan ayrılık belki de aşkı “büyük” yapan şeydir. Bir aşkın nesiller sonra da hatırlanabilmesi, hafızalarda yer etmesini sağlayan şeydir, kavuşamamaktır belki de, ayrılık ve hasrettir…

Yaşadığı süre boyunca çok bilinmeyen Kafka yakın arkadaşı Max Brod’a öldükten sonra tüm eserlerini vererek yakmasını istemişti, o ise aksini yaptı ve eserleri yayınlamaya başladı. Ölümünden sonra tüm dünyanın sevdiği ve tanıdığı bir yazar oldu Franz Kafka.

Nazi zulmü

Hermann ve Julie Kafka'nın altı çocuğundan ilki olan Franz'ın iki erkek kardeşi bebekken öldüler. Üç kız kardeşi de Nazi zulmünden kurtulamayacak ve toplama kamplarında katledileceklerdi.

Nazi zulmünün acısına yetişemeyecekti belki; ama onu, iç dünyasına itmeye yetecek pek çok şey vardı. Franz'ın yaşadıkları hayatta bununla sınırlı kalmayacaktı.

Babasından hediye

Franz, yorucu bir çocukluk geçirirken babası da onun özgüvenini sarsacak hareketler sergiliyordu. Babasıyla hiçbir zaman anlaşamadı. Üzerindeki baba baskısıyla bir ömür yaşadı. Babasına karşı hissettiği tek duygu, nefretti. Kafka’nın yaşamındaki her adımının belirleyicisi babasıyla ilişkisi oldu.

Cesur ve akıllı adam, kendisini bu acıdan besleyip bir edebiyatçı yarattı.

Franz ve aşk hayatı

Yalnızlığı hayatına pelesenk etmiş bir adam elbette soluğu kadınların yanında alan, bir aşktan diğerine atlayan bir çapkın olmayacaktı. Aşkı yaşadı tabii, ama hayatına giren kadınların sayısı üçten fazla değildi.

Felice ve Franz iki kez nişanlandılar ama hiç evlenemediler. Onunla ikinci kez nişanlanıp ayrılması hayatında yaşadığı en ağır darbeydi aşk yolunda.

"Duygusuzun tekiyim ben. Öyle bir haksızlık yaptım ki, bu yüzden zavallı kız işkence çekiyor, işkence aletini kullanan da benim." diye yazmıştı günlüğüne. 

1917'de, ikinci kez nişanlanmış olan çift, Prag'da buluştular ve kesin olarak ayrıldılar. Felice ve Franz aşkı da mazide yerini alan talihsiz bir sevda olarak kaldı. 

Milena Jesenska ve Franz Kafka

 Milena. 19. yüzyılın sonlarına doğru, 16 Ağustos 1896’da, Prag’da dünyaya geldi. Çocuk yaşta annesinin ve babasının birbirlerini başka insanlarla aldatmalarına tanık olmuştu. Sevginin iç içe karıştığı karma bir ilişki vardı ortada. Bu karma karışık sevgi, Milena’nın çocukluğundan ona kalan tek değerli hazine idi.

Sevgisiz çocukluğu hayatı boyunca yalnız kalacağını düşündürmüştü ona. Asil bir ruha sahip olan annesini, uzun yıllar süren ve zaman zaman yatakta yatmasını da gerektiren rahatsızlığı sonucu, on altı yaşında kaybetti.

Babasının çevresiyle ilişkileri iyi değildi. Yoksulluktan zenginliğe terfi etmiş, yaşamının sonuna kadar da çapkınlığını sürdürmüştü. Baba ve kızın, korkunun, kıskançlığın, nefretin ve sevginin birbirine karıştığı karma bir ilişkisi vardı. Milenaya sevgi nedir diye soracak olsalar, sevgisizliğin tarifini verebilirdi. İnsan bilmediği bir duygunun anlamını telaffuz edemezdi.

Milena ile Franz Kafka’nın yolları 1919 sonbaharında Prag’da kesişir. Milena, Kafka ile tanıştıklarında yaşamında oldukça çalkantılı bir dönemden geçmektedir. Çok genç yaşta Yahudi bir  Alman’a aşık olması ve babasının şiddetle karşı çıkmasına rağmen tutkusundan vazgeçmemesi belki babasının çocukken ondan esirgediği sevginin öcünü almanın ilginç bir yöntemiydi.

Babasına boyun eğmeyen Milena, aşka, dolayısıyla da kendisini sevmeyen ve hiçbir zaman da sevmeyecek olan kocasına boyun eğmişti.

Kocasının kendisini başka kadınlarla aldatmasına göz yumuyordu.

Franz için Milena'nın aşkı bambaşkaydı. İlişkileri fazla derin ve bir o kadar da sarsıcıydı. En önemli sebebi Milena'nın aslında evli olmasıydı.

Milena evli ve evliliğin kutsallığına inanıyordu lakin gönlüne hançer vuramıyordu. Kafka ise 3. kez nişanlanıp ayrılmış ve evliliğe sıcak bakmıyordu, bu da sevmesine engel olamıyordu. 

Milena sadece Franz Kafka'nın yasak aşkı olarak tanınsa da, o aslında gazeteci, köşe yazarı, çevirmen ve varoluşçu felsefeyi savunan entellektüel bir aktivistti. Franz Kafka'nın da eserlerini Çek diline çevirmekteydi.

İlk önceleri Milena’nın yaptığı çevirilerle ilgili olarak başlayan mektuplaşmalar, zamanla duygusal boyut kazanmıştı. Çeviriler için yazışmaya başlamışlardır ki, mektupların şekli değişmeye başladı. Giderek aralarında başlayan aşk imkansız da olsa, kutsal bir hal aldı.

Her ikisi de babasından korkuyor, babasının sevgisizliğinden yakınıyordu. 

Milena anarşist ruhluydu. En önemlisi Nazi döneminde onlarca kişiyi katledilmekten kurtaran bir kahramandı. Ancak 1944 yılında toplama kamplarında katledilmekten kendisini, ne yazıktır ki, kurtaramayacaktı.

Ne Milena'nın evli oluşu ne de farklı şehirlerde olmaları bu aşka engel olamadı. Ancak durumun vahimliği özellikle Franz'ı çok yıpratıyordu.

Milena ve Franz'ın aşkı, sadece mektuplarda yaşayan bir aşk oldu. Çünkü onlar sadece üç kez buluşabildiler. Üçüncü buluşmalarında Milena Franz'ın mezarı başında ağlıyordu.

Milena’nın Kafka ile tanışması, onun için şans mıydı, yoksa talihsizlik mi? bilinmez. Aşkın tanımlamasını kim yapabilmiş, sorgulanmaz. Seven iki kalbe neden kavuşamadınız diye de sorulmaz.

Milena'ya Mektuplar

Bir hikaye düşünelim, hayatın renklerinin, birlikteliğin, yaşam telaşının ve gündelik hayatın sıradanlıklarının paylaşılamadığı, mesafelere rağmen aşk tohumlarının yeşerdiği bir hikaye…

Tanışmalarından yaklaşık bir yıl sonra mektuplaşmaya başlamışlar ve yazışmaları yalnızca iki yıl sürmüştür.

Kafka ve Milena mektuplaştıkları dönemde sadece iki kez bir araya gelmişlerdir. Bir kez de, Kafka’nın hastalığı (akciğer kanseri) döneminde Milena onu görmek için sanatoryuma gittiğinde.

Milena’nın Kafka’ya yazdığı mektuplar, Milena’nın isteği üzerine yok edilmiştir bu nedenle elimizde olanlar yalnızca Kafka’nın yazdıklarıdır. Kalan mektupların bir kısmı ise Alman işgali sırasında yaşanan tehlikeli ortam nedeniyle bazı bölümleri karalanarak saklanmıştır.

Çaresizlik, korku ve güvensizlik ortak dertleriydi. İkisinin de despot babalarıyla sorunları vardı, ikisi de hayata kendilerini yabancı hissediyordu.

Ortak dertlerin birbirini bulduğu bir ilişkiydi.

 “Saat gecenin biri ama sana bütün gün tek kelime yazmamış olmam beni rahatsız ediyor. Uyuyamıyorum bir türlü bu düşünce ile...

Seni kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki Milena. Bazen düşünüyorum da, eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama ben aksine mutluluk sayesinde tekrar hayata döndüm...”

Aşkın duygusunu hissetmeyi,  o kadına hiç  dokunmadan, doya doya göremeden yaşamayı tercih etmiş bir adam; Franz Kafka. Aşkı edebi satırlara sığdırabilmiş, görmesem de severim diyebilmiş kocaman bir gönül Kafka’nın ki. Umarım bizler de sevmeyi ve sevilmeyi çıkarsızca yaşamayı öğrenebiliriz.

Yazı: Yasemen Çavuşoğlu



En Çok Okunanlar